Bahçenin sınırlarını keşfedene kadar kendisini özgür zanneden bir kuş gibi dünyalarımızda yaşıyoruz. Oysa kendi dünyamızın ötesinde uçsuz bucaksız bir evren var. Bu bahçenin bir köşesinde okul bir köşesinde evimiz yok. 3 günlük kelebekten daha az meraklı olduğumuz şu günlerde kendimizi keşfedebilsek dahi bu bahçede bir ömür görülecek renk çeşitliliği de yok. Burada keşfetmeye başlamadan önce anlaşılması gereken çok ince bir çizgi var. Acaba renkler tüm bildiklerimiz mi yoksa bildiklerimiz tüm renklerin bir kısmı mı? Sınırları aşmak isteyenler bazı duvarları görerek kapı veya kapıları aramaya koyulmalı. Çünkü bahçelerimizi temsil eden ideallerimiz, kişiliklerimizi ve sınırlarımızı belirleyen alanlarımız oluşturuyor. İster şahsi ister ortak olsun.
Elimde olmadan çevreme baktığımda eleştiriyorum. Tarihin sayfalarında her geçen gün geliştiği görülen medeniyetimizde giderek daha küçük bir kitle büyük idealler için yola koyuluyor. Tabii kendimi de iyi bir yere koymuyorum. İnanılmaz eksik birisi olarak iyileşmeye açım. Ancak genelde… Hadi kasmayalım çevremize bakacak olursak… Hep o eleştirdiğimiz sistemi yaşamaya devam ediyoruz. Hatta o kadar ki bize sunulan yerlerde eleştiriler yaparak varolanın gerçekleşmesinde ana rollerden birini oynuyoruz. Bir eleştiri akımı oluşturarak, adım atılacak zamanımızı boşa harcıyor, birbirimizi tekrar ediyor ve hıncımıza hınç katarak vakit kaybediyoruz. Oysaki zaman en hızlı kaybedilen servet değil mi? Peki varlığımız ve gücümüz varken bunu doğru kullanmak önemli değil mi? Oldukça önemli.
Anlamamız gereken birkaç nokta var. Şu tamamlanmış hissinden kurtularak hayatın bize 3 renk sunmadığını ve karışımlar ile sayısız rengin elde edilebileceğini idrak etmemiz lazım. En azından bu sayede doğal olmayan ve bize “kendin gibi ol” hissini içi boşaltılmış bir şekilde yaşatabilen botanik bahçelerimizi sorgulamaya başlarız. Aman ha! Olduğumuz düzeni sorgulamak bunu yıkmaya çalışmak için çatlaklar aramak anlamına gelmiyor. Bu da anlamamız gereken ikinci büyük nokta. Ne bildiklerimiz hayatın tamamını oluşturuyor ne de hayatın tamamına erişmek için düzenler yıkmak bir çözüm oluyor. Her düzenin nefes verdiği bir topluluk vardır. Burada asıl olan sert bir değişim değil önce bireyde sonra toplumda olmak üzere adım adım iyileşmedir. Sürekli gelişimdir. Paletimize ardı arkası kesilmeyen yeni renkleri ekleyebilmek ve hatta aralarında iyi bir uyum yakalayabilmektir. Maalesef büyük bir sorunumuz var. O da koskocaman bir ego. Gerek bahçemizde gerekse dış kapının dış mandalında. Mahalleli de ortada koşuşturan yaramaz egoistcanları sanki biraz seviyor. Nedense bizler adım adım, sağlıklı ve aslında kolay olan yolu seçmektense o en büyük lokmayı yemeye çalışıyoruz. Değişim için dağları deleceğim, öyle bir şey yapacağım ki herkes bana bakacak! Sanki burada biraz patlıyoruz. Önce “öyle bir şey yapacağım ki” diyeceğine ne yapacağını bil ve o “şey” denilen bilinmezden kurtul. Hatırlayalım, kamplumbağa büyük sıçrayışlarla değil küçük adımlarla yarışı kazanmamış mıydı?
Naçizane düşüncem şudur ki aslında size tek aktardığım, sonu olmayan bir ideal oluşturmanızı temenni ediyor oluşum. Diyebilmeliyiz ki, “Çalışıyorum çalışıyorum bitmiyor, doyamıyorum bre Haluk Efendi. Nasıl sakin kalacağım bilmiyorum. Keşke zamanı dondursam da ilerleyip kaldığım yerden mücadeleme geri dönebilsem”. Yani idealimiz 24 saatin ötesinde 25. saati bulmaya çalışmalı. Bitmemeli. Çünkü hiçbir ideal tamamlanmaya mahkûm olmamalı. Tamamlamak istiyorsanız tatminiyetlerle bezenmiş bir plan oluşturmaktan daha iyisi yoktur. İdeal daha çok kalıplardan çıkmak ve yapay zeminden havalanmak gibidir. Kendini botanik bir bahçede özgür bir kuş sanmaktansa Kaf Dağı’na doğru uçabildiğini anlayabilmektir. Oraya ulaşan kuşlar ne Simurg’u bulmuştur ne de altın kafesi. Birey olarak kendilerini bulmuşlar ve kendini keşfetmenin uçsuz bucaksız diyarların kapısını açtığını anlamışlardır. Birey olup topluma yönelebilecek rüzgârı yakalamışlardır.
Keşke o kuşlardan biri de ben olsaydım da Kaf Dağı’nın tepesinden diyarlara bakabilseydim. Ne yazık ki ben 3 günlük ömrü olan bir kelebek kadar meraklı olan kişiyim. E kelebek etkisini de küçümsememek lazım.
Bol bol okuyup sizleri yakalayabilmek dileği ile.
Deneysel Kaf Yazı Serisi
Deneysel Kaf Yazı Serisi ile Simurg Derneği kurucularından olan M. Haluk Ovacık kendi Kaf Dağı yolculuğunu felsefi yönüyle ele almaya çalışıyor. Seri, efsanevi Simurg mitolojisindeki gibi çeşitli vadileri kavramsal açılardan aşarak Kaf Dağı’na yani kendini bulmaya yönelik amaç ediniyor. Yedi vadi ve kaf dağı olmak üzere toplamda 8 aşamadan oluşan yazıda aynı zamanda Simurg’un harflerine biçilmiş anlamlar da ele alınıyor. Buna göre serinin sekiz aşaması kurulum, *sorgulayan, *idealist, *mücadeleci, *uyumlu, *realist, *gençlik ve son olarak metodolojidir. Serinin yazıları:
1) Kaf Dağı’ndan Sevgilerle
2) Sorgula Dostum
3) Botanik İdealler
4) Asılsız Kadim Mücadeleler
5) Bermuda Uyumsuzlar Üçgeni
6) Ruhsatsız Gerçeklik
7) Genç Dimağ
8) Deneysel Kaf Metodolojisi