Oturdu ve düşündü Kemal, bizi tüm canlılardan bir adım öne çıkaran ileri seviye düşünebilme kabiliyetimiz adil miydi? Peki onu kullanarak tarihimizi ve geleceğimizi doğru şekillendirebildiğimizi iddia edebilir miydik? Yedeğine sahip olmadığımız ve şu an tek evimiz olan dünyamızı koruyabildiğimizi düşünenler ne kadardı? Tam bu noktada durup birkaç dakika mütalaa etti. Kendisini, çevresini ve bizleri. Tepki veremediklerimizi, tepki verebildiklerimizi ve tepkinin ötesine geçtiklerimizi zihninde tarttı. Herkesin de tartmasını istiyordu. Önce yüzleşelim sonra adım atalım diyordu. Kemal kalktı ve kürsüye yanaştı. Salon hala boş ve sessizdi. Sessizliğin fırsatları da beraberinde getirdiğine inanıyordu. Küçüklüğünden beri sakin bir ortam buldukça zihninin içinde düşünürdü. Merak ile keşfettiklerini incelerdi. Anladıklarını yorumlar ve çıkarımlarda bulunurdu. Gün geçtikçe bu düşünceleri taşımak zorlaştı. Tepkili olduğu bir sürü sorun vardı. Nitekim değiştirmek istedikleri de o kadar ağırdı. Şimdiye kadar hep ne yapabileceğini düşünmüştü. Acaba salon dolduğunda da seslendirebilecek miydi tepkisini. Gerekli bilince sahip olup olmadığını tartarak söz hakkını sınıyordu. Ancak çok yükü vardı. Artık hislerini saklayamayacak kadar yorgun düşmüştü. Paylaşmalıydı ki hafiflesin. Böylelikle daha fazlasını taşıyabilecekti. Anlattıkça rahatlayacak ve rahatladıkça ilerleyecekti. Sadece bu kadarla da kalmayacaktı. Tepkili olduklarına etki edecek ve değiştirecekti. Ne olursa olsun amacına ulaşacaktı. Babasından kalan en büyük miras onu ilelebet başarılı yapacaktı. “Çıkılan bir yolda sonuca ulaşılamasa bile süreç içerisinde gösterilen her türlü çaba büyük başarıdır. Çünkü sabit kalıp putlaşmak en gizli yenilgimizdir.” demişti babası. Değiştirmeye çalışırken ve inandıkları için uğraşırken kazanacaktı.
Neydi bizi ideallerimizden alıkoyan? Zaten sonuç elde edemeyeceğiz, kim niye uğraşsın demek biraz sıktı sanki. Hatırlamakta fayda var. İdeal, elde etmektense inanılanın uğrunda savaşmaktır. Kemal bize güzel bir ders veriyor. Kimde dimağ varsa yola çıkabilir. Sabit kalmak kaybetmenin diğer yüzüdür. Hayatın getirdikleri ile henüz yıkılmamış, biriktirdiği hayallerini gerçekleştirmek için enerji üreten gençler en büyük ihtiyacımız. İpi bıraktığımız an sona ulaşacağımız ve genç kalabilenler ile sonsuzluğa yürüyeceğimiz bir hayattayız. Dilerseniz Kemal kürsüye çıksın. Keza salon doldu ve soğuk sessizlik içi yanan bir gence teslim olmak üzere.
Sözüme değer veren her kanada,
Uçmak için kanatların tek bir bedende hayatı paylaştıklarını hatırlayanlara,
Uyum içinde dile gelen doğayı dinleyen dostlarıma,
Düşten uyanan savaşçı uyumsuzlara,
Kalabalık içerisinde yalnızlaştığımız her gün biraz daha uyuşuyoruz. Harekete geçmeden önce mola verdiğimiz son durak bizi uyutana kadar boşluğa dalıyoruz. Kalktığımızda zamanın kalmadığını düşünüp dibe düşüyoruz. Kurtulmak için öyle mükemmel çizgiler çiziyoruz ki ihtiyacımız olanı aşıp nefsimize teslim oluyoruz. Tüketirken tükeniyoruz. Verilen sözler arkadan sallanan cümleler ile sürekli parçalanıyor. Sizce biz bu kadar mıyız?
Gölgesinde kaldığımız seçimlerin ardından önemli bir noktaya geldik. Kaybettiğimiz inancı gençliğimizde toplama ve umudun senaryo kağıtlarından yaşamımızın içine taşındığı günlere ulaşma vakti geldi. Hatta geç bile kaldık. Unutmamalıyız ki sahip olunan yeti beraberinde sorumluluklar da getirir. Düşünebilmek bize hükmetmeyi değil adil olmayı şart kılar. Kendimizi tanımayı, çevremizi anlamayı ve iletişimi gerektirir. Gençler olarak anın hazzını yaşarken unuttuğumuz acıları daha net görebilmemiz gerekiyor. Çünkü sahipsiz acılar mutlaka başkalarına da dokunmak isteyecektir. Bundan ötürü ortak sorunlarımızı paylaşıp etki edebilmenin en güzel zamanı gençlik zamanlarımızdır. Geleceğimiz bugün aldığımız kararlarla şekillenecek. Sonradan yaşanacak bir aydınlanma ihtiyacımız olan enerjiyi elde etmek adına çok geç olabilir.
Küçükten büyüğe birçok sorun varken herhangi bir uğurda ideal edinememek belki de çağımızın en büyük umarsızlığıdır. Dünyanın dört bir köşesinde aidiyet peşinde yanlış elemlere düşenlerin tek ihtiyacı anlam sahibi olmak olabilir. Sonuçta ideali olanların günleri ay gibidir. Kaybedilen her saat kazanılabilecek günler kadar değerlidir. Ter dökülen bir yol kederli duraklarda geçirilecek yıllardan iyidir. Ne yürürken ne de koşarken boşluğa düşmeyelim. Kabulümüz olmadan içine doğduğumuz sistemin de bir insan ürünü olduğunu bilerek üretmeye inanalım. Olanı yıkmak değil, karşı ürün üretebilmek çözümdür. Olan ile üretilen arasında seçim yapma hakkı özgürlüktür. Alternatifi dayatarak öncesini tekrarlamak değil.
Bugün içimde bir sürü acı taşıyorum. Çünkü zamanında sahiplenilmemiş acılar bugün gelip bana dokunuyor. Nice nesillerin aşamadıkları gelip beni tartaklıyor. Kim bilir, çözüm ben de veya sizde olmayabilir. Önemli olan mücadele vererek gelecektekilere inanç aşılamak. Çözümü ulaştıramasak da metodolojiyi ulaştırmak.
…
Güzel konuştun Kemal, salondakiler seni anladı mı bilemem ama hafiflediğini görüyorum. Sanırsam sırada sorunları ele alıp metodolojiyi belirlemek var.
Harekete geçenlere ve değişime inananlara.
Deneysel Kaf Yazı Serisi
Deneysel Kaf Yazı Serisi ile Simurg Derneği kurucularından olan M. Haluk Ovacık kendi Kaf Dağı yolculuğunu felsefi yönüyle ele almaya çalışıyor. Seri, efsanevi Simurg mitolojisindeki gibi çeşitli vadileri kavramsal açılardan aşarak Kaf Dağı’na yani kendini bulmaya yönelik amaç ediniyor. Yedi vadi ve kaf dağı olmak üzere toplamda 8 aşamadan oluşan yazıda aynı zamanda Simurg’un harflerine biçilmiş anlamlar da ele alınıyor. Buna göre serinin sekiz aşaması kurulum, *sorgulayan, *idealist, *mücadeleci, *uyumlu, *realist, *gençlik ve son olarak metodolojidir. Serinin yazıları:
1) Kaf Dağı’ndan Sevgilerle
2) Sorgula Dostum
3) Botanik İdealler
4) Asılsız Kadim Mücadeleler
5) Bermuda Uyumsuzlar Üçgeni
6) Ruhsatsız Gerçeklik
7) Genç Dimağ
8) Deneysel Kaf Metodolojisi