Rıdvan Özekinci (Konuk Yazar)
“Merbaha! Sizi ve hayat hikayenizi hiç merak etmiyorum. Sadece gideceğim yere kadar götürün yeter!” diye tekrar edip duruyordu içinden. Zaten her şeyi içinden söylerdi, her şeyi içine atardı. Âh bir zuhûr etse içindekiler bir çok derdi hallolacaktı ama nerde…
İşkilliydi. Hiç tanımadığı bir adamın yanında saatlerce yolculuk yapacaktı. Gene hiç merak etmediği bir insanın hayat hikayesini dinlemek zorunda kalacaktı. Bitap düşmüştü, insana ziyadesiyle doymuştu. Artık bir kişiye daha katlanacak gücü kendinde bulamıyordu. Bir de muhabbet etmek zorunda kalacaktı ayıp olmasın diye. Çünkü adabımuaşeret böyle söylüyor. Zaten ayıp olmasın diye yaşıyordu.
Şehirler arası yolculuk için salık vermişti arkadaşları kendisine bu yolu. İnternet üzerinden bakılıyor. Gidilen güzergahta biri gidiyorsa sizi de alıyor bir miktar para karşılığında. Muhabbet etmek zorunda kalmak da işin bonusu. Hem daha ekonomik oluyormuş hem daha hızlı. “Umarım boşboğazın biri çıkmaz” dedi mırıldanarak.
Cırcır böceklerinden başka ses çıkaran bir şey yoktu ortalıkta. Onlara da aşinaydı artık kulakları. Kıçını bavulunun üstüne koyup bekliyordu aracı. Aniden şiir okumak istedi. Gelişigüzel seçip okuyacaktı. Açtı kitabı, kabartının olduğu sayfa geldi daha önceki denemelerinde olduğu gibi. Okudu yüksek sesle çevrede kimsenin olmadığına güvenerek. Olabildiğince duygu katarak okudu. Bitirince biraz duraksadı, bir şeyler geldi aklına. Sonra koydu çantasına tekrar kitabı. Sonra bir türkü söyledi. “Türkü bitince kesin gelecek adam” diye düşündü. Aynı şeyi babası için de düşünmüştü ama babası gelmemişti. Gelememişti ya da. Türkü bitince gelmedi araç. Babası gibi. Bir tane daha söyledi. Tıpkı babasında yaptığı gibi. Ve bir tane daha. Bir tane daha. Bir tane daha. Beklemekten sıkıldı yaktı bir sigara. Sabahın ilk ışıkları yüzüne vuruyordu…
Tarife uyan araç yolun hemen karşısında durdu. Sigarasından son bir fırt çekip aracın yanına iyice yaklaştı emektar bavulunu da çekerek. “Ercüment sen misin abi? Mersine kadar bırakacaktın beni. Konuşmuştuk internetten.” “Evet dostum benim. Buyur geç arkaya” “Buyuralım bakalım” dedi içinden gene. Bavulunu bagaja koyduktan sonra geçti arka koltuğa. Biner binmez telaş sardı içini. Çünkü bir kişi daha vardı önde. Yolculuğu iki kişi diye tahayyül etmişti şimdi bir kişi daha çıktı, şimdi biriyle daha tanışmak zorunda kalacaktı. Evdeki hesap uymamıştı çarşıya. Tadı kaçtı bir daha.
“Merhabalar ben Mirza” diye girdi balıklama sohbete istemeyerek. “Selam kardeşim. Ben de Kaan” dedi “sürpriz” kişi. Kardeşim lafını da hiç sevmezdi baştan nefret etti çocuktan. Sırayla sıktı ellerini ikisinin de. “Çok memnun oldum” diyerek yalan hanesine bir tane daha ekledi. Ne yapsındı gene adabımuaşeret bunu istiyordu.
Tanışma faslından sonra olabildiğince kısa cevaplar vererek sohbeti olabildiğince erken bitirip dinlenmek istiyordu. İstediği gibi oldu. Pek teşne değillerdi muhabbete. Canına minnetti zaten bu durum.
Ne kadar yorgun olursa olsun araçta uyuyamadığını bildiği için hiç çabalamadı uyumak için. Öndeki iki kişiyi gözlemlemek istedi, severdi bu işi.
Ercüment’e baktı ilk olarak. Biraz baktıktan sonra kendisine kanının ısındığını fark etti, sebebini bilmiyordu ama sevmişti Ercüment’i. Normalde hiç böyle olmazdı sevemezdi insanları ilk başlarda, hatta nefret ederdi. Araba sürüşünü izledi. Bilhassa vites değiştirmesine dikkat etti. Kendisine hep karizmatik gelmiştir vites değiştirme hareketi.
“Acaba suratına tükürsem ne olur? Ya da kıçına bir pandik atsam, memesini ısırsam, ensesine şaplatsam bir tanecik ne olacaktı ki? Hayır yani aniden frene atlasam ne olabilirdi ki?” diye toplumca “anormal” düşünceler geldi aklına. Çok merak ediyordu bunlardan bir tanesini yaparsa neticenin ne olacağını. Daha önce yapmıştı bir kere lisedeyken. Hocasına bir soru sormuştu ders sonunda defterini götürerek. Hocası da büyük bir ciddiyetle kendisine birebir anlatıyordu. Bir türlü adapte olamadı anlattığı şeye. Çünkü hocasının memeleri değiyordu dirseğine. Cinsel bir haz duymamıştı ama sadece meraktan dayanamayıp elledi memelerine. Korkunç bir çığlığın ardından soluğu badem bıyıklı müdür yardımcısının yanında aldı. Bıyığını görünce güldü kısa bir süre sonra olacaklardan bihaber. Badem bıyık dövmeye başladı bizimkini. Dinlene dinlene dövüyordu. Eşşek sudan gelmiyordu. Sonunda dayak bitince okuldan da attılar. “Ne var yani biraz toplumca anormal görülen bir hareket yaptıysak? Herkesin normal olması daha anormal değil miydi? Hepimiz rasyonel davranmak zorunda mıydık?” diye iç geçiriyordu. Dışarı çıkarken olaya pozitif bakmaya çalıştı: “en azından bir öğrencinin, hocasının memelerine ellediğinde başına gelecek şeyin ne olacağını biliyorum. Bu kıymeti harbiyesi yüksek bilgiyi tüm insanlık faydalansın diye her yere yazmam gerekir. Bu bilgiyle insanlık çağ atlatacak, benim adım da tarihe altın harflerle kazınacak, her yerde putlarım yapılacak, adıma methiyeler düzülecek, anıt mezarım olacak, her sene milyonlar gelecek ziyaretime” diye düşünmüştü. Silkinip kendine geldi. “Hiç olmazsa başına
az bir şey işerim. Hem çok anormal bir hareket değil bu. Belki o da beni sever bu hareketimden dolayı” diye düşündü. Tekrar atmaya çalıştı kafasından bu düşünceleri.
Kısa bir tefekkürün ardından neden Ercüment’i sevdiğini buldu. Çünkü merhum babasına benziyordu. Sırf babasına benziyor diye adamı da sevmişti. “Acaba şimdi ne yapıyordur babam? Toprak bitirmiş midir onu?” diye düşündü. Ölümün dehşeti karşısında ürktü. İnsanın ölüsüne toprak atmanın korkunç bir suç olduğunu düşünüyordu. Bir an kendini mezarda hayal etti. Sonra kaçmaya çalıştı bu düşünceden. “Ben hiç ölmeyeceğim ki” diye söylendi.
Kaan’a baktı biraz. Bir an heyecanlandı. Çünkü önünde çok sevdiği bir kitap vardı: İnce Memed. Bir an sırf bu yüzden çocuğu sevecek gibi olsa da kısa sürdü bu. Çünkü eline alıp fotoğrafını çektikten sonra sosyal medyada paylaştı. Ardından hiç okumadan yerine fırlattı kitabı. “Şekilci, riyakâr gavat. Sen anca git nargile içip kameraya üfle” dedi kısık sesle. Kafasını baltayla koparmak için istenç duydu. Aklına Raskolnikov geldi. O da kendince üstün
bir amaç için cinayet işlemişti. Aynısını yapsa kahraman olmalıydı. Kutsal kitabına hakaret edilmişti resmen bir “berkecan” tarafından! Ama hukuk düzeni bunu onaylamıyordu. Çünkü herkese yaşam hakkı tanınmıştı. Herkesin neden yaşam hakkı vardı ki? Herkes yaşamayı hak ediyor muydu?
Çantasından kitabını aldı sakinleşmek için. Antidepresan etkisi vardı kitabın. Ardından sevdiği şiiri okudu içinden olabildiğince duygu katarak. Bitirince kitaptaki kabartıya baktı. Kurumuştu ama hala kokusu vardı üstünde. Kokladı. Hiçbir şey hissetmemiş olsa da filmlerde böyle yapıyorlardı. O da yapmak istedi. Bir daha kokladı. Derin düşüncelere daldı. Olaylar arasında bağlantı kurmaya çalıştı. Bir anlam yüklemek istedi. Hiçbir anlam yükleyemedi. Sakinleşmişti. Hiç olmazsa adamı öldürmek istemiyor şimdi.
İkisinden de iyice sıkılınca taktı kulaklığını. Açtı sevdiği bir türkü. Boşaltmaya çalıştı kafasını. Bu denli yüklü bir kafayı boşaltmaya çalışmanın beyhude bir çaba olduğunu bilerek…