Veren insan cömerttir, zengindir. Almayı bekleyen insan ise dilenci ruhludur, fakirdir. Paslanmış taslar gibiyiz şu aralar. Pası sileceğimize bir kepçeyi fazla görüyor, paylaşmıyoruz. Bundan ötürü sorgulamak istediğim kavramlar var. Dostluk da onlardan birisi. Kendimde, arkadaşlarımda, toplumumuzda, dünyada ve insanlarda. İnsanlıktan kendime doğru değil, kendimden insanlığa doğru bir eleştiri hattı çizmek istiyorum. Günümüzde ne kadar dürüst olduğumuzu ve açık yaşadığımızı merak ediyorum. Dostluk kavramı üzerinden yaşadığımızı sorgulayacağım. Bakalım gerçekten dost muyuz? Dostluk nedir biliyor muyuz?
Bugün öyle güvensiz bir uç noktaya geldik ki. İnsan ırkı birbirinden inanılmaz şüphe duyuyor. Hayallerini teslim edemiyor, sözlerini düşündüğü gibi dile getirmiyor. Kimi ülkelerde düşünce özgürlüğü ile ilgili adımlar atılıyor olsa da teknolojinin getirmiş olduğu sosyal evren içinde hepimiz kabul görme kaygısı ile doğrularımızı yeniden tayin ediyoruz. Bu evreni aşmak istediğimizde ise saf düşüncelerimizi gereğinden fazla şişirip başka uçurumlara yaklaşıyoruz. Açıkçası ciddi denge problemlerimiz var. Dengeli bir bireyin aile eğitimi ve okul öğretimine ihtiyaç duyduğu aşikarken bunun ikisini bir yana bırakın tekini bile bulmakta zorlanan bir neslin yetiştiğini gözlemliyoruz. Kelebek etkisi negatif dalgalarla yayılıyor. Tabi bunlar aşılamayacak sorunlar değil. Kronik seviyelere ulaşmadan müdahale edebilirsek… Bu yazımda bir çözüm sunmayacağım. Sadece aklınızda bazı soruların dönmesini istiyorum. İnsanlara anlattığınız benlik ve gerçekleştirdikleriniz gerçekten istekleriniz mi? Yoksa tayin edileni yaşayacak kadar biz de mi battık? Bunu bir düşünmek gerek.
Kabul edelim ki gündelik yaşamımızda kullandığımız gülen suratlarımızın ardında beslediğimiz kişiliklerimizin de nefes almaya ihtiyacı var. Paylaşmak, açık olmak gibi temel normları yaşamaya aç bir ruhumuz var. İşte bu noktada devreye ne giriyor biliyor musunuz? Dostluklar. Kafamızdaki mülakatları geçen o güzel insanlar. Hani hatasında silip attığımız, silemediğimizde kaçtığımız… Dostum beni iyi bilsin sevsin diye tam dürüst olmayıp yakınımızda tutmaya çalıştığımız… Çünkü ihtiyacımız var ya ona… Fakir miyiz bu kadar? Sadece yanımızda olsun diyecek kadar, sadece bekleyecek kadar fakir miyiz? Çoğumuz öyleyiz. Görüyorum, sadece bir kıpırtı bekleyen o kadar çok insan olduk ki, kalabalık bir tümör gibiyiz alınmayı bekleyen. Biri gelsin beni alsın, biri beni iteklesin, biri beni buradan çıkarsın, beni sevsin, bana dürüst olsun, omzuma dokunsun, sınav sorularını versin… alayım, alayını alayım. Versinler bana. Bunun mendil açıp para beklemekten ne farkı var ki? Dünyanın bir alış veriş dengesi olduğunu unutuyor gibiyiz. Vermeden alamazsın. Aman yanlış anlaşılmasın! Bize de birileri bir şeyler versin diye sırf, kendimizden bir takım artılar vereceksek başkalarına bunun samimiyeti de sorgulanır. Aynı, “dur beğeneyim de şu fotoğrafı o da benimkini beğensin” der gibi.
Ateş misali zengin olmak için yandığımız günümüzde zenginlik aslında çok basit. Vermeyi öğrendiğimiz ve paylaşmaktan çekinmediğimiz anda direkt olarak zenginleşmeye başlıyoruz zaten. Ancak dedim ya en başta, bir kepçe çorbayı bile fazla görüyoruz. Tası tabağı bahane ediyoruz paslandı diye. Aslında bir bilsek ki parası olanların değil kalbi zengin olanların dostlukları olur. Eldekini paylaşacak kadar cömert olan insanlar bu lükse sahip olur. Gerçek düşünceleri, hisleri ve fikirleri paylaşacak kadar mert olanlar zenginleşir. Kendi çizgisini tayin edenler… İşin acı tarafı şu ki dostluk için yaptığımız şu sorgu aslında toplumun sorunu. Hepimiz sadece almaya o kadar çok odaklıyız ki, hak yemeye ve kendimizi kurtarmak için insanları tüketmeye hazırız. Hem de kimi zaman farkında olmadan. Ben hakkımla yaşadım diyerek vicdan mastürbasyonu yapanların bile çocukları en iyisine sahip olsun diye evlatlarını daha öne koymaya çalışması da insanlığın varoluşundan bu yana bir gerçek. Mükemmel canlılar değiliz ama bu çabalayamayacağımız anlamına gelmez.
Şimdi size soru. Bakalım zengin misiniz fakir mi? Dostluk nedir?
Eğer “iyi günde kötü günde yanınızda olandır” dediyseniz bilin ki ya fakirsiniz ya da orta gelirli bir düşünce yapısında ekmek parası peşindesiniz. Çünkü aç kalmayı siz tercih etmemiş olabilirsiniz. Sistemin iyi çalışmadığını hepimiz gayet güzel biliyoruz. Ancak soruma, “beraber yaşananları paylaşabildiğimiz, kötü günlerimizde birbirimize destek olduğumuz ve uğruna çabalamaktan keyif alacağım insan” gibi cevaplar verdiyseniz… Tebrikler, zengin veya zenginleşen bir bireysiniz. Kutlarım.
Kendi adıma konuşmak gerekirse ben hep orta gelirli biriydim, zenginleşmek için SİMURG’un kurulumunda yer aldım. O elit zihni yaşamak istedim. Bilmem yaşıyor muyum? Bence yaşıyorum, en azından yaşamak için sorguluyorum. Çünkü sorgulamak kazanmanın ilk adımı.
Deneysel Kaf Yazı Serisi
Deneysel Kaf Yazı Serisi ile Simurg Derneği kurucularından olan M. Haluk Ovacık kendi Kaf Dağı yolculuğunu felsefi yönüyle ele almaya çalışıyor. Seri, efsanevi Simurg mitolojisindeki gibi çeşitli vadileri kavramsal açılardan aşarak Kaf Dağı’na yani kendini bulmaya yönelik amaç ediniyor. Yedi vadi ve kaf dağı olmak üzere toplamda 8 aşamadan oluşan yazıda aynı zamanda Simurg’un harflerine biçilmiş anlamlar da ele alınıyor. Buna göre serinin sekiz aşaması kurulum, *sorgulayan, *idealist, *mücadeleci, *uyumlu, *realist, *gençlik ve son olarak metodolojidir. Serinin yazıları:
1) Kaf Dağı’ndan Sevgilerle
2) Sorgula Dostum
3) Botanik İdealler
4) Asılsız Kadim Mücadeleler
5) Bermuda Uyumsuzlar Üçgeni
6) Ruhsatsız Gerçeklik
7) Genç Dimağ
8) Deneysel Kaf Metodolojisi