Son dönemlerde Azra Kohen adında keşfettiğim bir yazar var. Çok satanlar listesindeki Fİ-Çİ-Pİ’den tanırsınız belki kendisini. Uzun yıllardır merakımı celp etmediği için ne yazdıkları ne de hayat felsefesi adına hiçbir bilgim yoktu. Bir gün olanlar oldu: Merakım tutuştu. Youtube çöplüğünde dolaşırken rastladığım; kendisine ait bir röportaj bana o kadar farklı geldi, o kadar ilham verdi ki hemen bu kadını daha çok tanımalıyım dedim. Azra Hanım’ı burada sizlere uzun uzadıya anlatmak isterdim ama bence merakınız ölçüsünde kendisini tanıyın!
“Merakı Ehlileştirmek” Kohen’in sıkça bahsettiği bir kavram. Yaşamında acılar çekmiş, hayat üzerine düşünmüş, düşündüklerini sistemleştirmiş ve sistemi uğruna hareket eden bir beyinden bahsediyorum. Nasıl etkilenmez insan böyle birinden? Anlam arayışında olan, sonuca ulaşamasa bile hakikat merdivenlerinin döşenmesine katkıda bulunan her insana değer verilmeli diye düşünüyorum. Hatta düşünce sistemimize karşıt argümanlar oluşturan bireylere dahi fikirlerimizin açık noktalarını keşfedebilmek adına müteşekkir olmalıyız. Kohen’in hayatını ve gösterdiği çabayı anladıkça, kendisinin de sıkça üstünden geçmesiyle, başarının merakımızı ehil kılmakla geleceğine dair bir inancım oluştu. Ve merakı sorguladım…
Antik Yunan’dan Doğu gurularına, dinler tarihinden milenyum çağına kadar merak her zaman insanlığın arayışının temeliydi. Bazen felsefe oldu, bazen yaşam biçimi, bazen yaratanın kanunları, bazen ise bilim ve teknoloji… İnsan, mahiyetini bilmediği, sırrını çözemediği durumları merak eder. “Nereden geldim, neredeyim, nereye gideceğim, ben kimim?” insanlığın temel sorgulamalarından… Herkes yaşadığı sürece kendi iç dünyasında veyahut hayatının belli noktalarında bu sorular üzerinde duruyor. Merak ediyor! Ama bugün benim ele almak istediğim asıl şey merakın başarı ve öğrenmedeki konumu.
Küçük bir çocuk düşünelim: Doğduğu andan itibaren tüm gelişim evrelerinde hayret gözlemlenir. İlk annesinden süt emdiği zamanlarda kurduğu tensel ve oral temas, ardından bir baba figürünün oluşması, sonrasında nesnelere duyduğu hayret ve yavaş yavaş kelimelerle ilgilenmesi: İlk defa gördüğü şeyler karşısında verdiği tepkiler o kadar doğal o kadar benimseyici ve öğrenmeye açıktır ki! Hayatınızda ilk defa kar gördüğünüzü ve kar sözcüğünü duyduğunuzu hayal edin? Nasıl hissederdiniz? Hayatında hiç deniz görmemiş bir insanla tanıştınız mı hiç? Ben tanıştım ve ilklere karşı o kadar farklı ki yaklaşımlarımız… Ama zamanla nedense insan bir gaflete düşüyor. Doğamızın en ana öğrenme noktasını kaçırıp; sadece akışta ölmeyecek kadar günlük yaşamaya başlıyoruz. Farkındalığımız sadece anlık algıladıklarımız üzerinden sabit kalıyor. Detayları, maddenin öncesini ve sonrasını, var olanın bilgisini ve hayallerimizi atlıyoruz. Halbuki insan görebildiğimiz evrende en karmaşık bilgi sistemine sahip canlı. Yani beynimiz tüm görüntüleri analiz edip, duygular ve duyumlarla harmanlayıp bizi aksiyona sevk edebiliyor. Ve bu aşamaların hepsini her insan “irade” dediğimiz kavramla, kendine has yapıyor.
Hepimizin küçüklüğündeki o ‘meraklı bıdık’ bugün nerelerde? Çocuklara hep kızılır elleme, kurcalama, yapma vs. Halbuki o çocuk! Merakı var. Elbette görgüyü ve saygıyı bilmeli; ama sen çocuğa saygı gösterip görgülü davranmazsan aynı şeyi ondan nasıl beklersin? Yalan söylemeden, her detayı ve olayı izah edip betimleyen, çocuğunun merakını çekecek ve karşılayacak şekilde ilgilenen ailelere ne mutlu! Hadi diyelim bir şekilde büyüdük okullu olduk. Peki ya eğitim sistemi? Bilgi merakımı çekmediği sürece nasıl benim olacak? Sadece zorunda kalarak, anne-baba-akran-öğretmen baskısıyla bir şeyler “öğrenmek”, bilgiyi sindir(e)memek, bilgiyi sev(e)memek ne kadar da acı! Da Vinci’nin 7 temel prensibinin ilki olan ‘Cruiosita’ ne oldu da bir anda itaat etmeye ve ham bilgi ezberlemeye dönüştü?
İnsanlar yaş aldıkça, merakını yitirmediyse, acılarla yoğrularak kendi yolunu bulmaya çalışıyor. Lakin ne gerek var bu acılara? Önce bir sistem içine sokulup ardından o sistem dışına çıkmak için neden tüm hayatımızı feda ediyoruz? Onca zerremizi, kabiliyetlerimizi ve farkındalığımızı neden optimal seviyede kullanmıyoruz? Bizi merak etmekten, merakın peşinden koşmaktan alıkoyan şey ne?
Merakımız yalnızca televole magazin kültürü üzerinden mi şekilleniyor? Gençler olarak en çok neyi merak ediyoruz, en çok hangi merakın peşinden koşuyoruz bugün? Hangi merakımız için nasıl bir çaba gösteriyoruz? Sorsalar ki: “Furkan nasıl bir insandır?”, şüphesiz deneyimlemekten kaçınmayan birisidir diye cevap veririm. Küçüklüğümden beri merakımın beni nasıl güzelliklerle tanıştırdığının ve başımı nasıl belalara soktuğunu elbette en iyi ben biliyorum. Ama son dönemde yapmadıklarımı ve yapamadıklarımı düşündüm. Hepsinin temelinde merakın getirdiği o öğrenme aşkı, yani ihtiyaç yoktu. Evet ihtiyaç. İnsan ihtiyaç duyduğu şeyi merak ediyordu…
Peki ya, ihtiyacın olan şey ne?
Yukarıdaki sorgulamaları kendi iç dünyamda yapınca ortaya bu yazı çıktı. Meraksızlığımızın farkına varmamız gerektiğini hissettim. Artık uyanma vakti!
Merak insanda bir duygu. Bilinmezliklerin peşinden koşturan bir anahtar. Ve biz insanlar, hangi anahtarın hangi kapıya uyumlu olduğunu bulmakla yükümlüyüz. Yalnız aman, ehil olalım! Zira üç başlı ejderin kapısını açıp kül olmak istemeyiz.