Zil henüz çalalı beş dakika olmuştu. Ankara için güneşli bir ikindi vaktiydi. Burak tüm öğretmenlerin binaya girdiğinden emin olana kadar olduğu noktada bekledi. Bahçedeki iri çınar ağacının hemen arkasındaki gölgede duruyordu. Güvenliğin olduğu tarafa son bir kez baktı. Kimsenin görüş açısında olmayacağından emin olduğu bir anda hemencecik atıldı. Hızlı adımlarla ek binaya doğru yöneldi. Acele hareket etse de asla koşu temposuna yaklaşmıyordu. Olağan ile olağan dışının arasında adımlar atıyordu diyebiliriz. Ek binaya yaklaştığında arka tarafına geçmek için köşeyi dönecekti ki arkasına son bir kez bakmak istedi. Kimsecikler yoktu, kimsenin de umrunda değildi açıkçası. Yine kendi kendine küçük bir heyecan yaratmıştı. Ancak o zihnindeki Burak Can Begit algısına ihanet edemezdi. Geleceği için planladıkları doğrultusunda algılar çok önemliydi. Çizgisini koruyan bir adam olmalı ve kaçamakları herhangi biri tarafından görülmemeliydi. Feda kaidesini onore eden bir genç olarak köşeyi döndü.
Kasım ayının sonlarındaydık. Ankara, bugün için nadide güneşli günlerinden birini yaşıyordu. Oysa ki sabah ne kadar da soğuktu. Sarılmak için bu tür bahaneler bulmaya hiç gerek yoktu. Tabii bunu Ankara’ya ne ben ne siz anlatabilirsiniz. Kahramanımız Burak ise omuzlarındaki ağırlığı seviyordu. Kapıdan çıkmadan önce sarıldı şehrine ve geldi okuluna. Şimdi ise köşeyi çoktan dönmüş ve gölgede kalan bina arkasında kendi alanına yürüyordu. Az önceki tempolu yürüyüşü sıcaklamasına sebep olmuştu. Ceketini çıkarıp elinde taşımaya başladı. Kimsenin uğramayacağı eski depo girişine gidiyordu. Nispeten okulun diğer yerlerine göre daha çok koktuğu için teneffüste dahi buraya gelen çok kişi olmazdı. Bacaklarını gevşetti ve daha kısa adımlarla ilerlemeye başladı. Elini ceketinin iç cebine soktu ve eliyle paketini yokladı. Tutup hafifçe salladı. İçindeki dalların tıkırtısını duyup keyiflendi. Teneffüste aldığı bir mesaj ile yaşadığı anksiyetenin ardından derse giremeyeceğine karar vermişti. Sigara içip müzik dinlemek için eski depo girişinde bir ders boyunca vakit geçirmeye karar vermişti. Diğer arkadaşlarının aksine teneffüste değil sadece ders esnasında sigara kullanırdı. Birileri varken içtiği görülsün istemezdi. Çünkü algılar onun en büyük ürünüydü. Reyonu istediği gibi görünsün isterdi. Yer altına doğru hafif eğimli depo girişine geldiğinde anlık olarak durakladı. Tadını kaçıran bir görüntü vardı. Bütün o çirkinliğin arasında kapının dibine çökmüş ve başını kollarının arasına almış birisi vardı. Önce biraz durdu. Alt sınıflardan birisi ise çökmüş olan kişi kendisini görüp uzaklaşır umudu ile fark edilmeyi bekledi. Fakat en ufak bir hareketlilik yoktu. Ortam o kadar sessiz ve basıktı ki Burak bir anlığına karşısındaki kişinin ölü olduğuna yemin edebilirdi. Kendini hissettirmeye karar verdi.
– Pişt!
– …
– Pişt! Sana diyorum. İyi misin? Duyuyor musun beni?
Çocuk kafasını kaldırdı. İçi boş bir bakışı vardı. Çok anlamlı da denebilirdi çok anlamsız da. Uykudan yeni uyanmış birisinin mahmurluğu vardı kaşlarının duruşunda ama dudağından çenesine doğru bir titreşim de vardı. Bu titreşim öylesine hissediliyordu ki Burak onun dudakları ile ağladığını düşündü. Bir şeyler yolunda değildi sanki.
– İyi misin? Şu an dersin falan yok mu?
– Var. Senin yok mu?
– Elbette var ama şu an için önceliğim değil.
– Aynen, benim için de değil.
– E iyi o zaman. Burak ben.
– …
Çocuk karşılık vermemişti. Hatta bedenen orada olsa da ruhen ortamı aniden terk etmiş ve yeniden başını kollarının arasına almıştı. Sinir bozucu bir sessizlik vardı. Burak, elinin yavaşça yumruk şeklini aldığını ve sinirlendiğini hissedebiliyordu. Anksiyetesini dindirmek için planladığı operasyonunu sigarasını içemediği için tamamlayamıyordu. Birisi varken içemezdi. Bu kadar acizdi aslında. Karşısında duran kişi ise tam da onun olmayı hayal ettiği noktada duruyor ve hakkını gasp ediyordu. Öylece dikilip ters ters baktı belli bir süre. Sonra tuhaf bir durumun içinde olduğunu fark etti. Okulda herkesi tanıdığını zannederken az önce yüzünü kısa bir anlığına da olsa gördüğü bu çocuk kimdi? Okuduğu lise çeşitlilik açısından çok da zengin sayılmazdı. Aşağı yukarı herkes birbirinin yüzüne aşina sayılırdı. Burak, bu durumu ciddi anlamda garipsemeye başlamıştı. Aynı zamanda rahatlıyordu da. Çünkü yüzüne aşina olmadığı bu kişi çok da tanınan ve bilinen biri olamazdı. Yani algı yapmasına o kadar da gerek olmayabilirdi. Bu düşünceler ile beraber elleri yumuşadı ve ceketinin iç cebinden paketi ile kibrit kutusunu çıkardı. İlk çaktığı kibrit hemencecik söndü. Kibritin çakılma sesi çocukta herhangi bir kıpırtı oluşturmadı. Burak ikinci kez kibrit çakışında başarılı oldu ve sigarasını yaktı. Derin bir nefes aldı ve kapıya çok da uzak olmayan bir noktada kendine oturacak bir yer aradı. Tam istediği gibi bir alan olmayınca olduğu yere çöküp yere bağdaş kurdu. Artık operasyon tamamlanmıştı. Şimdi sigarasını içebilir ve hemen ardından teneffüse kadar yapmayı planladıklarını hayal edebilirdi. Kanada’daki üniversiteler için başvuru zamanı yaklaşıyordu. O esnada tekrardan çocuğa döndü. Çocuğun ifadesiz bir şekilde kendini izlediğini fark edince anlık olarak irkildi.
– Hayırdır noldu, neye bakıyorsun?
– İçmek rahatlatıyor mu?
– Evet. Yani hayır. Neden sordun?
– Evet mi hayır mı?
– Evet. Çünkü rahatlatıyor ama normalde pek içmem. Benlik bir olay değildir. Bugün sadece öyle esti.
– Esmiştir.
– Ne demeye çalışıyorsun?
– Sen Begit değil misin? Hani şu sürekli proje yapan tip.
– Ne olmuş o tipsem, ne demeye çalışıyorsun anlamadım?
Burak sinirlenmesine rağmen anlamadığı bir şekilde kızamıyordu. Tuhaf bir enerjisi vardı çocuğun. Donuk ifadesi ile söylediklerinde herhangi bir duygu hissedilmiyordu. Bu yüzden sadece kelimelerin şekline tepki göstermek saçma geliyordu. Kendisini tanıyan bu çocuğu henüz hiç fark edememiş olduğu için öte yandan heyecanlanıyordu da. Tanımaya karar vermişti onu. Bu esnada çocuk birden konuşmaya başladı.
– Şunu demeye çalışıyorum. Burak Can Begit başarılı bir çocuktur. Sigara içmez. Sağlıklıdır ve spor yapar. Sosyaldir. Muhtemelen üniversite hayatına yurt dışında devam edecektir. Hatta üniversite için Avrupa değil, Amerika veya civarını isteyecektir. Sonuçta Avrupa gezilecek bir yerdir. Eğitim hayatına daha uzaklarda devam edebilmeyi başarmak isteyecektir. Burak hep güler ve gülümser. Samimidir ama samimiyeti de kolonya gibidir. Uzaklaştığı anda uçar gider varlığı. Bu kokuşmuş eski kapının ağzına da saklanmaya gelmemiştir. Sigara içmeyecektir. Ancak esmiştir. Tadına ehemmiyet verircesine kibrit de kullanmaz. Kibrit şans eseri cebinden çıkmıştır.
– …
– Ve Burak Can Begit susar.
– Pardon?
– Sigaran kül oldu. İstersen kalanı çöp olmasın, içmeye devam et.
– Sen… Bizim okulda mısın? Neden seni hiç hatırlamıyorum? Hangi sınıftasın?
– İki alt döneminim. Genelde sınıfta otururum. Ancak bu karşılaşmadığımız anlamına gelmiyor. Senin tarafından görülmek için işlevsel bir görüntü oluşturamamışımdır. Olanı değil, seçtiğini gören birisin.
– Bak! Aklınca yaptığın tespitleri kendine sakla ve eğer adını söylemeyeceksen bırak sigaramı içeyim. Bana bulaşma. Bok gibi bir gün geçiriyorum ve şu an bu tuhaf konuşmanı anlamlandırmak ile uğraşmak istemiyorum.
Burak bu sefer kızmıştı. Önüne döndü ve yeni bir sigara yaktı. Operasyonunu bitirmek üzere yeniden derin bir nefes aldı. Algılar adına benimsediği kuralın üstünü bugünlük çiziyordu. Kendisini tanıyan birisinin önünde sigarasını bu seferlik içecekti. O kadar gergindi ki kaidesini feda etmekten hiç çekinmiyordu. Bugün olmaması gereken çok şey oluyordu. Önce mesaj, şimdi ise bu olay. Çocuk susmuş ve yeniden başını kollarının arasına almıştı. Ne kadar tuhaf bir çocuktu. Ne adını söylüyor ne düzgün cevap veriyordu. Sadece art arda tespitler sayıyordu. Ki ürkütücü olan ise tespitlerinin tutarlı olmasıydı. İki alt döneminde olan ve hiç konuşmadığı birisine göre düşüncelerine oldukça hakim sözler söylüyordu. Kendi yakın arkadaş çevresi bile böyle şeyler söylemezken kim oluyordu da böyle laflar sarf edebiliyordu? Hadi diyelim etti. Niye bu kadar ruhsuz bir durumdaydı? Tüm benliği sökülmüş ve bu depo girişindeki çöplerin arasına atılmış gibiydi. Ruhsuz bir havası vardı. Okulundaki son senesinde neydi şimdi bu yaşadığı?
Bu esnada çocuktan bir mırıltı geldi. Burak ona dönerek yokladı:
– Bir şey mi dedin duyamadım.
– … (mırıldanır)
– Arkadaşım, bak! Cidden konuşman ayrı, mırıldanman ayrı bir dert. Yüzünü gömdüğün bedeninden çıkarırsan belki seni duyabilirim.
Sözün bittiği an ile beraber çocuk yüzünü kaldırdı. Birkaç saniye Burak’a baktı ve ayağa kalktı. Uzunca yapılı bir duruşu vardı. Ancak spor yapmadığı tüm ince hatları ile belli oluyordu. Tıraşlı olduğu için mi yoksa hiç çıkmadığından mı bilinmez yüzünde sakal yoktu. Saçları dağınıktı ve hafif kambur bir duruşu vardı. Gerçi normalde dik de duruyor olabilirdi. Henüz yeni kalkmıştı. Yüzünü ekşiterek Burak’a döndü çocuk.
– Eğer düne kadar tanışmış olsaydık ben asla buraya gelmemiş olacaktım. Seninle paylaşabileceğim bir adım ve dertlerim olacaktı. Belki gelecek ile soracağım sorularım olacaktı. Çünkü halen içimde bazı umutlar vardı. Dengeli bir çatışma devam ediyordu. Şimdi ise mağlup hissediyorum. Yanlış savaşı verdiğimi anlıyorum. Farklı bir hayatın nasıl olabileceğini sorguluyorum. Doğrusunu söylemek gerekirse failim meçhul bile değil, dertlerimin ellerine bulaştığımı hissediyorum.
Birkaç adım attı ve uzaklaşmaya başlamadan önce yeniden Burak’a dönüp devam etti:
– Bugün benim bir adım yok. Eğer çok merak ediyorsan sınıfıma git ve listeye bak. Orada bir isim bulursun. Artık benim için hiçbir anlamı olmayan ve aynı benim gibi mağlup bir kelime. Anladım ki benim yeniden doğmaya ihtiyacım var. Bilmem sen de anlayabildin mi sevgili Begit? Zira senin gibi kazanan biri bana çok zıt gözüküyor. Kim bilir, belki de aynıyızdır.
Evet Ankara. Bugün ilginç bir gündü.
Gölgelerin Fısıltısı
Duyusallardan önce gölgelerini duyabilmek adına yazılan bir yazı serisidir. Tamamen deneysel ve keyfidir. Bu seri, doğru ve yanlışın olmadığı sanatsal hazzın dünyasında kesinlikle nadirat olma amacı gütmemektedir.
1) An & Olgu
3) Deli
4) Red
5) Feda Kaidesi