Hava çok soğuk. Oysaki gökyüzü henüz yeni yeni kararıyor. Sanırım bu yüzden kışı pek sevemiyorum. Tabii bazen de seviyorum. Bir öyle bir böyle… En azından şu anda işime tam gelmiyor diyebilirim. Evet, o yüzden sevmiyorum diyorum tam da şu an. Tezat olan ise soğuğa rağmen her zamanki gibi bütün yolu ellerim dışarıda yürümek oldu. Yapamıyorum ellerim cebimdeyken. Olmuyor. Yürüyorsam illa sallanacak kollarım, açıkta kalan ellerim ayrı bir üşüyecek, cildim kuruyacak ve kışı sevmiyorum diyeceğim şimdi olduğu gibi. Sonra da soğuğa iltifatlar düzeceğim. Bir öyle bir böyle. Evet sevgili güzel soğuk. Ne güzel de kuruttun ellerimi. Seninle bi’ ayrı hissediyorum yaşadığımı. Hayat ile mücadelemi çatlayan ellerimle hatırlıyorum. Her okşayan ısıtmıyor demek ki. Kızarmıştır ellerim ve yüzüm. Vazgeçemiyorum bu ritüelden. Her gün evden işe, işten eve üşüyeceğim. Bu sayede sokaklar muhabbetle tamamlanmış olacak.
Bakalım bugün Ahmet abi ne kadar geç gelecek. Yoksa küçük sürprizlerinden mi yapacak? Herhalde kilidi açmadan önce biraz zamanım vardır. İyisi mi, evden çıkarken sardığım dallardan bir tanesini aradan çıkarayım. Keskin havayı biraz bulandırarak içime çekeyim. Geceden kalma bar kokusuna hazırlık da yapmış olurum. Ani geçişlere dün geceden sonra çok hazır hissetmiyorum. Böyle küçük taktikler benim için hayatın baharatı ne de olsa. Derin bir nefes alıyorum. Kibritim ile sigaramı, hafif eskimiş olan siyah paltomun sol iç cebinden çıkarıyorum. Dilimle dudaklarımı ıslatıyor ve evimden yemeğimi getirmişçesine bir hevesle sigaramı dudaklarıma yerleştiriyorum. Acelem yok. Kibritimi çakıyorum. Yanan kibrit çöpünü ellerimin arasında yüzüme yaklaştırıyorum. En sevdiğim an. Ateşi, kıskanan sokaklarımdan koruyorum. Bana genelde kıyamazlar. Bence biraz abartıyorlar. Bak, hiçbir şey olmayacak sevgili sokak. İlk nefesi almamla havanın tazeliğine de veda edişim bir oluyor. Havanın keskinliği ile yaşlanan gözlerim, sigarama eşlik ediyor. Düşünecek hüzünlü anlarım olsaydı şu an, bir müzikle iyi gidebilirdi herhalde. Ancak dün çok güzel bir gece yaşadım. İzin günümü yeniden mücadeleme inanmak için kullandım. Daha doğrusu kullanmış oldum. Hiç beklemediğim bir akışın içerisinde, normalde basit diyebileceğim olayların sıralanışı ile yeniden hissetmeye başladım. Bu sayede bugün dostlarımla çalışacağımdan hiç şüphem yok.
Bulanık nefesleri tüketmemle beraber izmaritimi çöpe atıyor ve girişe yöneliyorum. Anahtarlarımı pantolonumun sağ cebinden çıkarıp yere çöküyor, kilidi önce alttan açıyor ve sonra ayağa kalkıyorum. Birçok kapının sahip olduğu o özel mekanizmayı kullanarak anahtar deliğine soktuğum anahtarı kapıyı kendime çekerken çeviriyorum. Böyle açılmayı seviyorlar işte. Kapıları da anlamak lazım. Kapıyı ardımdan kapatarak içeriye birkaç adım atıyorum. Yokluğumda neler yaşandığını anlamak için çevreyi iyice kokluyorum. Dün gece tattığım ve kokladığım an’lardan sonra barın kokusu ne yalan söyleyim biraz yavan geliyor. Yine de tanıyorum ve adapte oluyorum. Birileri hayatı yaşadığını hissetmek ve açmaya korktuğu hikayeleri paylaşmak için; içmiş, yakmış ve bakışmış. Hikayeleri paylaşmış mı? Bilemem. Bugün birlikte göreceğiz. Tezgahıma yöneliyorum. Ne ile karşılaşacağımı çok iyi biliyorum. Darmadağın olmuş ahşap bir banko. Hiç sorun etmiyorum. Çünkü bunu isteyen benim. İzin günü ardından geldiğimde bankonun geceden olduğu gibi bırakılmasını isterim. Sonuçta buranın hâkimi olmalıyım. Araba sürerek makinelere hükmetmek değil beni tatmin eden. Asıl arzum, hikayelere hizmet eden oyunu yönetmek. Doğru sufleyi doğru kişiye vermek. Böylelikle insanlar olgulardan kopacak ve an’ı ziyaret edecek. Ya da ziyaret ettiğini sanacak. Çok fark etmez. İşimi yaparken olgulara karşı fazla saldırgan durmam.
– Günaydın! (Ardından yanındakine dönerek) Bak, işte sana bahsettiğim delikanlı bu.
Ahmet abi erkenciydi. Aslında akşam oluyordu ama… Günaydın. Evet günaydın Ahmet abi. Gün senin istediğin gibi akar. Olgulara karşı diren. Böyle devam et. Aynı zamanda bugün küçük sürpriz günümüz. Görüyorum ki yanında hoş bir kadın var. Takdim edilişimin ardından kadın bana gülümseyerek:
– Demek bütün bir yol boyunca anlatılan genç sensin. Merhaba, ben Meltem.
– Merhaba, günaydın Ahmet abi, günaydın Meltem.
Benim de ismimi söylememe gerek yoktu. Nasılsa bütün bir yol boyunca anlatılan genç benmişim. Gülümseyerek bunu onaylayan bir duruş sergilemem yeterli. Yine Ahmet abi tarafından bana bir misyon yüklenmiş. Muhtemelen bugün kendileri sadece barın sahibi değil aynı zamanda eğlencenin sahibi, gençlerin koruyucusu ve dostu olarak gözükecek. Acaba benim misyonum ne? Nasıl anlattı ki neyi onaylayıp hizmet edeceğim çekici patronumuza? Meltem’in etkilenmesi için bir işlevim mi var? Ahmet abi misyonu açıklamaya başladı:
– Tam yedi yıl önce hayat bizi tanıştırdı. O gün bugündür yanımda çalışır. Hayata karşı farklı bir yaklaşımı var ama bardayken bize ayak uydurmaya çalışıyor. Dışarı çıktığı anda başka biri oluyor. Benden sonra hayatı kendine göre yaşayabildiğini gördüğüm ikinci kişi. Barımızın olmazsa olmazı. An ve olgu kavramları hakkında düşüncelerini duysan çok hoşuna gider. Arada yukarı çağırır dinlerim. Küçük erkek kardeşim gibidir.
Gururumu okşuyorsunuz Ahmet Bey. Sizden sonra ikinci kişi olabildiysem ne mutlu. Hiç sorun değil. İnsansın, etkilemek istiyorsundur, anlarım. Paramı da senden kazanıyorum, dikkat ederim. Ki harbiden kimseler yokken bana sahip çıktın, yol gösterdin ve iş öğrettin. Sıralamaya konuluyor oluşuma mı takacağım. Abim gibi oluşunu kabul eden bir tavır sergilerim elbette! Kadın da merakla ekledi:
– Ya, sahi mi? An ve olgu derken neyi kastediyorsun peki, neler düşünüyorsun?
Neler düşünmem ki? Harbiden çok düşünmem. Düşünmek kelimesi hafif kalır. Yaşarım desem daha iyi. Ben zihnimde yaşarım. Sana şimdi kısacık nasıl anlatayım, ne yapayım ben sana, benzetme mi yapayım yoksa… Derken o klasik cümleleri döktüm:
– Olgu için şunu diyebilirim. İnsanlara öğretilen, insanlarca öğrenilen, elde edilmek için uğraşılan ve herkesçe kabul gören genel kurallar olduğuna inanıyorum. Bu kurallara göre ihtiyaçların toplum tarafından tayin edildiğini de düşünüyorum. İşte olgu demek bunları yaşamak benim gözümde. Üniversite eğitimi, evlilik, ilişki, statü vesaire buna benzer kavramları kastediyorum. Sevmiyorum ben olguları. An ise ihtiyaçların arzularca belirlendiği, kendimizi yaşadığımız her zaman tanesi. Çevremizi hissedebilmek. Hatta çevremizdeki her unsur ile konuşabilmek. Tabii birden olmuyor bu. Bir tablo gibi düşünün. Karşısına geçip konuşursanız sadece kendinizi duyarsınız. Bu duyduklarınızı olgular olarak kabul edebilirsiniz. Fakat karşısına geçip beklerseniz, tablo belli bir süre geçtikten sonra sizinle konuşmaya başlayacaktır. Zamanla da dinlemeyi ve muhabbet etmeyi öğrenirsiniz. Bunun gibi bir şey. Hayatı sadece insanlarla konuşmaktan ibaret görmeyi reddediyorum diyebilirim. Bilmem ayaküstü birden anlatabildim mi… Ahmet abi daha iyi bilir.
– Evet evet, anlattın. Tam da böyle işte Meltem. Bıraktın mı saatlerce konuşur bu konularda. Konuşur derken aman ha, sesli konuşmaz. Biraz ilginçtir. Saatler boyunca sessizce oturur ama konuştuğuna yemin edebilirsin. Arada bir böyle birkaç cümle eder. Soru sorar. Bu kadar konuştuğunu gördüğün için şanslısın diyebilirim. Bir de az önce dediği gibi ilişkiye karşı olmak konusunda da çok ciddidir. Olgu der olmaz der sevmez, sevilmek istemez. Yedi yıldır tek bir ilişkisini görmedik. Anlamadığımız değişik iletişimler kurar.
Son cümlesini alaycı bir tonla söyler. Sessizlik olur. Aralarındaki bakışmadan misyonumu yerine getirdiğimi anlıyorum. Ahmet abi Meltem’e gülümseyerek bakarken Meltem ise tam da anlattığın gibi dercesine ince bakışlar atmaktadır. Yine bir şeyler kısa veya uzun süreli olmak üzere gözümün önünde bağlanıyordur. Koklasam feromonlarını hissederim kesin, biliyorum. O yüzden önümdeki işe geri dönüp bardakları yıkamaya geçiyorum. Beni neredeyse unutmuş olan ikili ise merdivenlere doğru yukarıya çıkmak üzere yöneliyorlar. Derken son anda ayıp olmasın, seni de unutmadık demek için Ahmet abi:
– Senin ilginçlerden bugün gelecek var mı?
– Yok Ahmet abi, bugün sadece dostlarımla çalışacağım.
– Dostların ha! Deli adam. Hadi kolay gelsin biz yukarıdayız. Bir şey lazım olursa seslenirim.
Merdiven basamaklarındaki adım seslerinin azalışı ile beraber üst kattan kapının kapanış sesi de gelir. Evet. Artık akşam oluyor. Oyunumuza hazırlanalım. Nice insan gelecek ve sahnemizde kendilerine yer arayacak. Yaşadığını hissetmeye çalışacak. Bizler de onlara eşlik edeceğiz. Hikayelerini izleyip anlamaya çalışacağız. Tıkandıklarını gördüğümüzde ise hemen: Sufle!
Islattığım bezimi alıyor ve dostlarımı temizlemeye yöneliyorum. En sevdiğim masa ile başlıyorum.
Gölgelerin Fısıltısı
Duyusallardan önce gölgelerini duyabilmek adına yazılan bir yazı serisidir. Tamamen deneysel ve keyfidir. Bu seri, doğru ve yanlışın olmadığı sanatsal hazzın dünyasında kesinlikle nadirat olma amacı gütmemektedir.
1) An & Olgu
3) Deli
4) Red
5) Feda Kaidesi