Yaşanmışlıkların, acıların, sevinçlerin, heyecanların ve kaygıların bir dışa vurumu… Gözyaşları; âdeta en derindeki duygularımızı ifade ettiğimiz bir sahne, bir iç yolculuk gibi. Kendilik ile ilgilidir. Kendin olmaktır. Ve kendiliğimiz, içerisinde kırılganlığı da barındırır. Ağlamak, bu kırılganlıkla yüzleşmenin en doğal dilidir. İnsan, gözyaşlarıyla maskelerini indirir, savunmasızlığını kabul eder ve kendi öz varlığına dokunur. Bu süreç ne bir zayıflık ne de bir kaçıştır. Aksine içsel bir cesaretin ve dürüstlüğün ifadesidir.
Kendimize ağlamak için izin veremediğimiz anlar da olabilir. Sıkışıp kaldığımız, boğazımızın düğümlendiği, tadımızın kaçtığı, huysuzlandığımız ama bizi neyin içten içe tuttuğunu bilemediğimiz bazı anlardan söz ediyorum. Gevşeyip bırakamadığımız, teslim olamadığımız, duygumuzu yaşamaya cesaret edemediğimiz, duygusunu hala “yönetmeye” çalıştığımız anlar…. Zihne düşüp ağlamaya izin veremediğimiz, ağlamayı “normal” görmeyen yanımızın olduğu, ağlamayı “etiket” hâline getirerek -modern- insana ve normlara uygun olmadığını düşünen yanlarımız… Hepimizin, kimi zaman…
Size iyi bir haberim var: Ağlamak da zamanla öğrenilebilen bir davranış. Özellikle duyguları tanıdıkça, duyguların ince zarlarına temas ettikçe, kendimize ve dışarıya dair empati seviyemiz yükseldikçe, şefkatli iç sesimiz geliştikçe, kişinin bilinç düzeyinde duygulara erişimi arttıkça ağlamak dünyanın en normal ve olagelen eylemine dönüşüveriyor.
Bazen şükür hissiyatı ile; bazen sıkışmışlık ile, bazen düşünce karmaşalarının sonunda, bazen ise “şimdi ve burada” noktasına gelince gözünden birkaç damla gözyaşı süzülüveriyor insanın. Duygularımız ve düşüncelerimiz ile bir bütünüz. Bazı günler diğerlerine nazaran daha zorlu ve tetikleyici. Evet. Bi’ duralım mı o günlerde? Belki de “gözlemci bir yerden” geldikleri kaynakları keşfedebilir ve yönelmek istedikleri aksiyon alanlarını deneyimleyebiliriz.
Ağlama Eylemi, Varoluşun Bir Dinamiğidir
Varoluşçu bir perspektiften bakıldığında, insan sürekli bir “olma çabası” içinde kendi varoluşunu yaratma sancısını taşır. Sartre’a göre, bu sancı insan olmanın temelini oluşturur ve kimi zaman gözyaşlarına dökülür. “Ağlayan bir insan, varoluşunun ağırlığını hissetmiştir.” der Jean-Paul Sartre. Var olmanın yükü; yalnızlık, kaygı, kayıp ya da derin bir sevince dönüşen anların birikimiyle şekillenir. Gözyaşları ise bu yükün dışa vurumudur. İnsanın “kendisiyle yüzleşme cesareti” belki de varoluşuyla kurduğu en yalın, en dürüst diyalogdur.
Ağlamak, yalnızca bir eylem değil, varlığımızın bizi çağırdığı bir duraktır. Ağladığımızda maskelerimizi indiririz. Toplumun dayattığı güçlü, kontrol altında, mükemmel olma imajını bir kenara bırakır ve özümüzle baş başa kalırız. Ağlamayı anlamak, duygularımızı anlamakla başlar. Rollo May, insanın ancak duygularını tanıyarak kendisine yaklaşabileceğini savunur. Ağlamak, bu bağlamda, insanın kendi varoluşuna bir çağrıdır. Bu çağrıyı duymak, o duyguları yaşamak ve bu deneyime alan açmak, insanı daha derin bir farkındalığa taşır.
Gözyaşlarımız hem kendimizle hem de diğer insanlarla kurduğumuz bağın da bir göstergesidir. Örneğin belki de bir dostun yanında ağlamak, paylaşılmış bir insani deneyimin en saf hâlidir. Her bir gözyaşı bizi yaşamın döngüsüne geri çağırır. Kaçamayız. Oradayızdır. O duygu ve gerçeklik ile baş başa kalmışızdır. Albert Camus, “Hayatın anlamı, ona yüklediğimiz anlamdır.” derken gözyaşlarının da bu anlam yükleme sürecinin bir parçası olduğunu anlatır gibidir. Ağlamak insanın yaşadığını hissettiği, varoluşunun derinliklerine dokunduğu bir andır. Ve bu dokunuş cesaret ister! Bu noktada Kierkegaard’ın “Cesaret, korkunun olmaması değil, korkunun içinde kendini gerçekleştirmektir.” yaklaşımını ilişkilendirebiliriz.
Gözyaşlarımız bizi insan yapan, bizi yaşamın karmaşıklığında birleştiren ve en sonunda varlığımıza dokunduran birer aynadır. Bu aynada belki de en saf ve en gerçek halimizi görürüz. O halde bitirirken sorumuz şu: Kendimizi en gerçek ve saf hali ile görmeye razı ve hazır mıyız?
Gözyaşları Evrimin Bir Parçasıdır
Ağlamak, insanın en doğal ve evrimsel süreçlerle şekillenmiş davranışlarından biridir. İnsan ağlaması, yalnızca bir duygusal ifade ediş şekli değildir. Aynı zamanda fizyolojik, biyolojik ve nörolojik bir işlevsellik taşır.
Ağlamak, vücudumuzda bir temizlik işlevi görür. Gözyaşı bezleri, vücudu toksinlerden arındırmak için de aktif hale gelir. Araştırmalar, duygusal gözyaşlarının (emotional tears) bazal gözyaşlarına kıyasla daha fazla stres hormonu ve toksin içerdiğini göstermektedir. Yani stresli bir durum sonrası ağlamanın, vücudu biyokimyasal olarak rahatlattığı anlaşılmıştır. Aynı zamanda gözyaşı salgılandığında oksitosin ve endorfin seviyelerinin yükseldiği, bu hormonların kişide bir tür “iyi hissetme” hali yarattığı bilinmektedir. Ağlamak, bastırılmış duyguların serbest kalmasını ve bireyin kendi içsel dünyasıyla bağlantı kurmasını sağlar. Ayrıca ağlama sırasında bedenin savunmasız bir duruma geçmesi, bireyin kendisine karşı şefkat geliştirmesine ve duygularını daha derinlemesine keşfetmesine olanak tanır.
Ağlamak, beynin nörolojik süreçlerini de etkiler. Özellikle amigdalayı (duygusal tepkilerin merkezi) ve prefrontal korteksi (rasyonel düşüncenin merkezi) aktive ederek bireyin duygu durumunu dengelemesine yardımcı olur. Yapılan araştırmalar, ağlamanın parasempatik sinir sistemini (vücudu sakinleştiren ve dinlenme durumuna geçiren sistem) devreye sokarak kalp atış hızını ve kan basıncını düşürdüğünü göstermektedir. Bu durum, ağlamanın biyolojik olarak rahatlatıcı bir etki sunduğunu ve kişinin kendisini tehditten uzak, güvenli bir alanda hissetmesine yardımcı olduğunu ortaya koyar.
Ağlama davranışı, insan evriminde bir iletişim biçimi olarak da önemli bir yere sahiptir. İnsanlar, bebeklikten itibaren ağlayarak çevreleriyle bağlantı kurar. Bebeklerin ağlaması, hayatta kalmaları için temel bir mekanizmadır. Bu sayede ihtiyaçları (beslenme, güvenlik, bakım vb.) karşılanır. Yetişkinlikte ise ağlama, empati oluşturma ve sosyal bağları güçlendirme işlevi görür. Diğer insanların gözyaşlarını görmek, beynin aynalama sistemi aracılığıyla empati duygusunu tetikler. Böylelikle topluluk içinde bağların derinleşmesi ve dayanışmanın artması kolaylaşır. Çünkü gözyaşları, bireylerin savunmasızlığını ifade ettiği ve diğerlerinin desteğini alabileceği bir sinyal işlevi görür. Grup içi dayanışmayı artırarak hem bireyin hem de topluluğun hayatta kalma şansını yükseltir.
Bu yazıyı bitirirken altını çizmek istediğim nokta, ağlamanın insan olmanın en temel ve anlamlı yönlerinden biri olduğuna inanmamdır. İnsan, gözyaşlarıyla yalnızca acısını değil aynı zamanda şefkatini, umudunu ve dayanıklılığını da ifade eder. Diliyorum ki her insan duygularını hür ve özgün iradesiyle dışa vururken göz yaşları vesilesi ile iyileşmenin, dönüşümün, yeniden başlamanın ve varoluşun bir yansımasını kendi hayatında keşfeder.