Nisan ayında soğuk bir ilkbahar günüydü ve dışarıdaki yağmur, pencereye fısıldar gibi yağıyordu. Küçük ve sade döşenmiş odada yalnızca bir kişi nefes alıyordu. Normalde fildişi rengi olan duvarlar havanın kapalı olmasıyla gümüş grisine bürünmüştü. Orta boy bir panoramik pencerenin eşiğinde, saksısında İris çiçeği dışarıyı izliyordu. Sahip olduğu mor, mavi ve beyaz renkler ona bu havada bile canlı bir görünüm kazandırıyordu. Ani bir öksürük sesi, odadaki ağır havayı dağıttı. Adam camdan dışarıyı daha rahat izlemek için koltuğunda doğruldu. Şimdi bahçeyi ve ilerideki ağaçları daha net görebiliyordu. Bu esnada yağmur yavaş yavaş azalıyor ve güneş kendini gösteriyordu. Gökkuşağı oluşup oluşmayacağını görmek için ayağa kalkıp cama yaklaştı. Gözlerini kısarak çevresini dikkatle süzmeye başladı. Çok çabalamasına gerek yoktu. Çünkü kocaman bir gökkuşağı belirmiş ve tam karşısında duruyordu. Kapı çaldı ve içeriye yetişkin bir kadın girdi. “Baba, yoksa gelişimi hissettiğin için mi ayağa kalktın?” dedi muzip bir ses tonuyla. Odaya giren kızına, o gün ilk defa sesli konuşacak olmanın etkisi ile hırıltılı bir şekilde, “Hoş geldin Nevin,” dedi baba ve dudaklarında bir gülümseme belirdi.
“Bu duvar renklerini, oldum olası çok sevmişimdir. Odaya giren ışığı çok güzel yansıtıyor. Müzik dinleyerek kitap okuyasım geliyor,” dedi Nevin, sesi titrek ama kararlıydı. Cam kenarındaki ahşap sandalyeye oturup sözlerine devam etti, “Benimle vedalaşacağını fark ettiğim anda, yağmur olup dökülmesi gereken bir bulut gibi hissettim, içim hüzünle doldu. Ancak ağladıkça güzel anılarımız kalbimi ısıttı ve yanına gelmek istedim.”
Düşüncelerini rahat bir şekilde taşımak ve konuşabilmek için koltuğuna usulca yerleşen adam önce derin bir nefes aldı. Gözlüklerini düzeltti ve gözleri umutla parıldayan Nevin’e gülümseyerek baktı. “Ne çabuk büyüdü bu kız,” diye düşündü; her geçen gün biraz daha güçlü bağ kurabildiklerini görmek, içini şükür hissiyle dolduruyordu. Önce yutkundu, ardından söze başladı, “Nevin, benim güzel kızım. Seninle paylaştığım her an, en değerli anılarımın arasında bulunuyor. Bunu biliyorsun. Bugünü de buruk bir ayrılıktan ziyade en güzel vedam olarak hatırlamak istiyorum. Evet, kabul ediyorum ki yaşanabilecek nice hikâye akışı var ve ben bizi çok istedim. Ancak olanı kabul edip yeni hikâyelere izin vermem gerekiyor.” dedi. Gözlerinin dolmasını engellemek için burnunu çekerek, “Ama bilmeni istiyorum ki, ben hikayemizi asla unutmayacağım ve bağımız ebedi olacak.”
“Hikayemiz… Evet baba. Bir zahmet unutma beni,” dedi Nevin, buruk ses tonuyla küçük bir kahkaha atarak. Bu sefer, derin bir nefes alarak gökkuşağına bakarken, “Ne kadar çok tartıştık, değil mi baba? Oysa hep birbirimizi kaybetmekten korkuyorduk. Seninle olabilmem için beni düşünmene ihtiyacım vardı. Ancak zaman içerisinde, bunun senin için ne kadar zor olduğunu anladım. Verdiğim mücadeleleri düşündükçe, duygularımızı nasıl da kontrol edemediğimizi ve birbirimizi yıprattığımızı görüyorum. Keşke haklı çıkmak için bu kadar çok uğraşmasaydık. Birbirimizi anlamanın önemini er ya da geç görebildiğimiz için mutluyum. Şu gökkuşağına bakıyorum da, sanki her bir rengi seninle paylaştığımız geçmişteki bir anıyı gösteriyor bana. Kalplerimizde taşıdığımız bir sevgi var. Bundan dolayı özellikle senin geleceğine dair büyük bir umut besliyorum.”
Gururlu bir şekilde kızına bakan adam, geçmişte ne kadar çok çatışma yaşadıklarını düşündü. Nasıl da bu kadar gelişmişti sevgileri. “Umudunu paylaşıyorum, güzel kızım. Bizi zaten o sevgi bir arada tuttu. İçinde bulunduğumuz durumlar ne olursa olsun, nasıl bir zorluk yaşarsam yaşayayım seni hep yanımda hissettim. Kızından güç alan bir baba oldum. Keşke annenden de güç alabildiğim bir gerçekliği öğrenebilseydim. Fakat hayat, olabileceklerle değil, olanlarla devam ediyor. O yüzden bugün seninle beraber bir olanı daha kabul edeceğiz. Bağımız, bizi bunu yapabilecek kadar büyüttü ve hatta güçlendirdi. Teşekkür ederim,” dedi ve hafifçe ileri uzanarak Nevin’in elini tuttu. Onu hissettiğini göstermek için elini hafifçe sıktı ve geri çekilip yaslandı.
Nevin, önce duygulandı. Sonra içinde bir öfke kabararak ayağa kalktı. Kaşlarını çatarak İris çiçeğine baktı. Toprağının nemli olduğunu görünce, öfkesi aniden azaldı. Yumuşak ama sitemkar bir sesle, “Bu çiçekle de vedalaşacaksın ama hala ona su vermeyi ihmal etmiyorsun. Sana olan öfkelerim bana verdiğin değeri sorguladığım için değil. Tam tersine, bu kadar büyük bir sevgi varken neden devam etmemek? Öyle bir konuşuyorsun ki, sanki bir daha asla görüşemeyeceğiz. İster küçük bir kız çocuğu gibi gör ister yetişkin bir kadın olarak gör, ben yine de senin kızınım. Her zaman burada olurum. Annem olmadan da seninle olabileceğimi görmedik mi? Lütfen baba! Bir kez daha düşünür müsün?”
Adam, elini yumruk yaparak dudaklarına götürdü. Emin olup olmadığını sorgularken zorlanıyormuşçasına yumruğunu hafifçe ısırdı. Sonra yumruğunu açarak çenesindeki sakalları ovuşturdu. Nevin’e sevgi dolu gözlerle bakarak, “Hep orada olduğunu biliyorum. Ancak kararım değişmeyecek. Gerçekleri kabul etmem gerekiyor. Anneni kalbimin en derinlerinde affettim ve onu özgür bıraktım. Bunu sana da yapmalıyım. Rica ediyorum, daha fazla ısrar etme. Seninle son birkaç duyguyu paylaşmak istiyorum.”
“Tamam,” dedi Nevin ve babasının yaşadığı süreci anlamaya çalıştı. İçindeki anlayış büyüdükçe şefkatini paylaşma isteği arttı. Babasına yaklaştı ve oturduğu yerden ona sıkıca sarıldı. Yanağına sıcacık bir öpücük bıraktı ve yeniden sandalyesine oturdu. Uslu bir kız çocuğu gibi duruyor ve babasının söyleyeceklerini bekliyordu. Babasının kalbinde güçlü bir hatıra olmayı kabul etmişti. Ekledi, “Evet, ayrılmak zor. O yüzden, bunu bil diye söylüyorum. Bu bir son değil! Tam tersine bir başlangıç. Senin yanında olacağım, kendi tarzımda sana eşlik edeceğim. Senin için umutluyum demiştim. Değiştiriyorum, çünkü artık bizim için umutluyum.”
Adam, kızı odaya girdiğinden beri en hüzünlü hissettiği anı deneyimledi. Nevin’in sırf onu desteklemek için zor bir gerçeği kabullendiğini biliyordu. Kızı, bunu onun için yapıyordu. O muzip gülümsemesi ile kendisine bakıyor ve sözlerini bekliyordu. Tam bu anda kapı çaldı. Adam kapıya doğru, “henüz değil,” dedi sesini yükselterek. Duvardaki analog saate baktı. Saatin tam öğlen on iki olduğu fark ettiğinde, “Birkaç dakika sonra,” diye kapıya doğru yeniden seslendi. Anlık bir sessizlik oldu. Kapıdan cevap gelmeyince adam, Nevin’e dönüp, “Eskiden sen ne kadar saçma bir şekilde otururdun, hatırlıyor musun? Seni çalışma masamda otururken gördüğümde hep kahkaha atasım gelirdi.”
Çocuksu bir kıkırdamayla, “Evet hatırlıyorum. Ne napayım, ben de öyle rahat ediyordum işte,” dedi Nevin. Şifonyerin üzerindeki fotoğrafları göstererek, “Dostlarınla geçirdiğin zamanı gördüğümde hep onlardan biri olmak istiyordum. Onlar gibi, seninle oyun oynayabilmek istiyordum.”
“Biliyorum Nevin. Ancak sen dostum değildin. Daha fazlasıydın! Seni kızım olarak sevdim ve bir başka seçeneği de düşünemem. Kızım olarak dostlarımdan eksiğin yok fazlan var. Bunu iyice anla, lüfen. Bugüne şükrediyorum. Çünkü artık tükenmişliklerimizde boğulmuyoruz. Seninle haklılık mücadelesi de vermiyoruz. Birbirimizi anlamayı seçebiliyoruz. İyi ki deyip şükredebiliyoruz. Sana bir kez daha teşekkür ediyorum.” dedi kızıyla geçirdiği son dakikaları yaşadığını bilerek. Elini tutup bir kez avucundan öptü ve devam etti, “Hep kalbimde olacaksın.”
Dışarıda yağmur yeniden çiselemeye başlamıştı. Gökkuşağı yavaş yavaş belirginliğini kaybediyordu. Nevin babasına gülümseyerek, “Beni böyle hatırla,” dedi ve arkasını dönerek camdan dışarıyı izlemeye başladı. O esnada kapı yeniden çaldı. Bu sefer adam, “Müsaitim,” diye seslendi. İçeriye gülümseyerek elindeki tepsisi ile beraber bir kadın girdi. Beyaz üniforması üzerinde boynunda bir kimlik kartı parlıyordu. Tepsiyi koltuğun yanındaki sehpaya bıraktı ve adamın yanına çömeldi. Gülümseyerek konuşmaya başladı: “Refik amca, ‘Henüz değil’ falan dedin. Bir an sandım ki vazgeçtin. Seni güzel gördüm. Hazır mısın?”
Nevin asla arkasını dönüp babasına bakmıyordu. Çünkü gördükleri karşısında rahatsız edici bir reaksiyon vermekten çekiniyordu. Yeniden kapanan bulutların arasından süzülen son ışık huzmeleri, gökkuşağını ayakta tutmaya çalışıyordu. Nevin sessiz kalmaya karar verdi. Bu esnada, üniformalı kadın tepsisinde bir hazırlık yapıyordu. Üzerinde “Haloperidol” yazan bir kutudan, küçük bir şişe çıkardı ve sonra şırıngasına dozajı ayarlayarak içindeki sıvıyı çekti. Refik Bey, “Bu ne?” diye sordu. Kadın gülümseyerek, “Kimisine göre eski nesil ama bize göre sizin şu an ihtiyacınız olan bir antipsikotik bu Refik amca. Senin gibi inatçı kişiler için hem anında hem uzun süreli etkili. Şimdi soluna doğru hafifçe uzanmaya çalışıp sağ kalçanı benim için sıyırmanı rica ediyorum… Harika. Şimdi derin bir nefes al bakalım.” Refik Bey, Nevin’i görmek için sağına dönmeye yeltendi. Ancak enjeksiyon yapılırken sorun oluşturmaktan çekindi. Gözlerini kapatarak derin bir nefes aldı.
Enjeksiyon yapılalı yaklaşık yirmi dakika olmuştu. Refik Bey halen gözlerini açmıyordu. Kontrol amaçlı bekleyen üniformalı kadın, “Refik amca bence artık gözlerini açabilirsin. Bana söylediğin üzere, çiçeğini aşağıya götürüyorum. Otuz dakikada bir gelip seni kontrol edeceğim. İstediğinde yanında bulunan butona basarak beni çağırabilirsin. Benden başka bir isteğin var mı?” dedi. Refik Bey buğulu bir sesle, “Ah Okeanos, ona yolculuğunda iyi bak,” dedi. Kadının anlamayan bir tonda, “Efendim” demesi üzerine, “Teşekkürler Cemre Hanım. Gidebilirsiniz,” diye ekledi. Odanın kapısı açıldı ve odadan Cemre Hanım tek başına telefonunu eline alarak çıktı.
Refik Bey, “Nevin,” diye seslendi; ancak cevap gelmedi. Gözlerini açtı ve odada tek başına olduğunu fark etti. Hava yeniden kapanmış, yağmur ise şiddetini artırmıştı. Odaya giren ışığın azalması ile fildişi rengindeki duvarlar yeniden gümüş grisine dönüşmüştü. Pencerenin önündeki İris çiçeği gitmişti. Telefonunu eline aldı ve birisine “Bence konuşacaklarımız var,” yazarak mesaj attı. Bahçeye bakıp ağaçların rüzgarla dans edişini izledi. Hafifçe gülümseyip son kez fısıldadı: “Hep kalbimde olacaksın.”