Size geçen cumartesiden bahsedeceğim. Ne, hangisi mi? Ne önemi var be adam, cumartesilerden biri işte ama uzaktan bakarken bile dünyanın en güzel günü olduğunu anlayabileceğin bir cumartesi. Öylesine ihtişamlı, öylesine müthiş.
Sabah kalktığımda güneş yeni doğuyordu. Bulutların arasından kurtulan kızıllık, mahallenin rengarenk evlerinin duvarlarına vuruyordu. Köpekler henüz uykularından uyanmamış, dükkanlar açılmamıştı. Yatağıma oturup biraz dışarıyı seyrettim ve kendi kendime birkaç kez şu dizeyi tekrarladım:
Sana kullanılmamış bir gök getirsem
Evet, evet bu gök, o gök idi. Henüz insanlar ona uyanmamışlardı, hatta köpekler bile. Alacak, havasını içimde tutacak, sonra da kimi istiyorsam onun yanında bırakacaktım.
Alarm çalınca hazırlanmam gerektiğini fark ettim. Yataktan kalkarken dışarı baktım, seni hiç kullanmadan götüreceğim dedim. Hiç kullanmadan.
Yolda sevdiğim şarkıları dinledim. İnsanın sevdiği şarkıları dinlemesinden büyük bir hürriyeti var mı sahi? Müzik dinlemek, gönlünce kesilmeden müzik dinlemek mutlu bir hayatın olmazsa olmazı. Gönlümce dinledim, hakkıyla deneyimledim.
Ve nihayet hastaneye vardım. Fizik tedaviye gidiyorum yaşadığım bir sakatlıktan ötürü. Kişi kötü anlarını bile renklendirmeyi bilmeli diye düşünürüm. Hastane kapısında gördüğüm bir çocuğa cebimdeki şekeri verdim, başını okşadım. Gülen bir çocuk gözünden daha tatlı ne vardır şu dünyada?
Hastanede asistanlarla hoşbeş ettik. Seviyorum onları doğrusu, insanın hâlinden anlıyorlar. İçlerinden biri evlenecekmiş, düğüne çağırdı beni. Eksik olmasın.
Hastaneden sonra bir arkadaşımla çokça sevdiğimiz bir parka gittik. Hadi ismini de vereyim, Maçka Parkı’na. Benim evime oldukça yakın olan bu parka; her bahar geldiğinde, her tabiat uyandığında en az üç kez giderim. Üç kez dediysem hiç üçle kalmaz da münasebetsizin biri çıkıp bütün sene yalnız üç kez mi gidiyorsunuz diye muzipçe sorar diye üçle yetiniyorum. Yoksa bir haftada o kadar giderim ben be!
Neyse dostumla kahve içip konuştuk. İran’dan dönmüştü, gördüklerini anlattı. Gezince insan ne kadar hissediyor yaşadığını. Başka yaşayışların, başka kültürlerin de mümkün olduğunu görmek büyük ayrıcalık doğrusu. Böyle insanlara sahip olmak da benim açımdan iftihar vesilesi.
Eve dönerken yolu uzattım. Kuşların cıvıltıları ikindi güneşiyle birleşmişken eve girilir miymiş? Ne ayıp şey. Böylesi zamanda evde oturanları asarım vallahi. Tam eve girecekken annemin bir arkadaşına oturmaya gitme fikri hasıl oldu.
İlerideki tatlıcıdan iki kilo tulumba alıp evlerine yollandım. Yeni evlenmiş olan bu kadın öylesine terelelli öylesine hoppa biriydi ki annemden çok benimle kafası uyardı. Kocası da karısının dizinin dibinde oturur hiçbir yere gitmezdi.
Onları epeyce özlemişim. Bu his hoşuma gitti. Görünce özlediğimi fark ettiğim bir kimseyle oturma hissi… Gerçi çok oturamadım hem evden beklerler diye hem de ciddi konulardan bahsedecek gibi oldular, ben de hemen tüydüm.
Eve geldiğimde annem musakka yapmıştı. O tabağı gördüğüm an bir şeye emin oldum, kullanılmamış gök, annemin hakkıydı. Ona sarıldım, sana kullanılmamış bir gök getirdim deyip yüzüne sabah aldığım o nefesi bıraktım.
Artık gün tamamlanmıştı, işte dünyanın en güzel günü bundan ibaretti. Sevdiğim insanlarla sevdiğim şeyleri yaptığım, yapmak zorunda olduğum işlerde yanımdaki insanlarla güzel bir aramın olduğu, bazen benim bazen insanların ilişkimizi sürdürmek için çabaladığı, yalnız kalabildiğim ve güzel yemek yiyebildiğim bir gün. Yaşamasını bilene çok bile değil mi sahi?