Müze gezmek pek çok zaman en sevdiğim aktivitelerden biri oldu. İster şehir tarihi müzeleri gibi genel müzeler olsun ister oyuncak müzeleri gibi daha spesifik müzeler olsun, her birinin insanoğlunun fikir dünyasına yaptığı etki çok mühim. Doğa tarihi, sanat tarihi, arkeoloji, araba, tren ve benzeri sayısız konuda türevine rastlayabileceğiniz müzeleri görsel eğitim araçları olarak görebiliriz. Tabii bu tabir, klasik müzeleri nitelendirmek için daha mutabık olabilir. Zira çağdaş müzecilik anlayışı, İstanbul Bienali sergileri gibi, daha farklı bir anlatım araçlarına başvurabilir.
Müze gezilerinin önemli bir yanı da dışarıda yapılabilecek en iyi aktivitelerden olması. Kafede oturmak, dışarıda restorana gitmek haricinde farklı arayışta olan arkadaş grupları için de birebir kesinlikle. Türkiye’de bütün şehirler için aynısını söylemek mümkün değil ama İstanbul ve Ankara şehir içi müzeleri açısından zengin kentler olarak nitelendirilebilirler. Bu şehirlerde yaşadığımız müddetçe yılın farklı zamanlarında “Haydi bugün de şuraya gidelim!” diyebileceğimiz yeterli sayıda mekân bulunmakta.
Bir şehirde yaşarken müze gezmek hoş bir aktiviteyken seyahatlerde, bilhassa yurtdışı seyahatlerinde, müze gezileri ne kadar yararlı? Bu yazıda, uzun zamandır üzerinde kafa yorduğum “Müzeleri gezmeye değer kılan nedir?” sorusuna cevap olarak geliştirdiğim naçizane fikirlerimi ortaya koymaya çalışacağım.
Bu müzecilik yazısının, Avrupa merkeziyetçi bir bakış açısıyla ele alındığını baştan belirtmek isterim. Bunun sebebi elbette kişisel deneyimimin Avrupa seyahatleriyle sınırlı olması. O yüzden konuşmanın odağındaki müzeler Avrupa ve Türkiye coğrafyasını kapsayan müzeler üzerine olacaktır.
Kısa ikazın ardından sorumuza dönebiliriz. Müzeleri gezmeye değer kılan şey nedir? Bu soru bazı müzelerin kıymetsiz olabileceğini ima edebilir. Ancak bu söz konusu dahi olamaz. Şahsen bütün müzelerin kıymetli olduğu, her birinin kendine ait bir kişiliği olduğu görüşündeyim. Ama yurt dışında veya yurt içinde seyahate çıktığımız zamanlarda ekseriya zaman ve bütçe sınırlamaları sebebiyle gezilerimizi iyi organize etmemiz gerekiyor. Bilhassa bir yerde yalnızca bir ya da iki gece geçireceksek veya sadece günübirlik bir ziyaret ayarladıysak. Hâl böyle olunca gezeceğimiz müzeleri iyi seçmemiz gerekebiliyor, çünkü müzeler hem dolaşması vakit alan yerler hem de öğrenci değilseniz, hatta bence öğrenciyseniz bile, pahalı yerler olabiliyor. Müzede dolaşırken geçen zaman, sizi şehirde normalde keşfedeceğiniz harikulade noktalardan da alıkoyabilir.
Bunlara ek olarak müzeleri gezdiğiniz zaman akılda çok fazla şey kalmaz. Büyük müzelerde durum çoğu zaman böyle ne yazık ki. Etkilenerek temaşa ettiğiniz sanat eserleri, mühendislik harikaları ve bunlar hakkında okuduğunuz uzun uzun yazıları bir gün dönüp hatırlamaya çalıştığınızda, anımsamakta güçlük çektiğinizi hissedebilirsiniz.
Bütün bunları düşününce kendim için oluşturduğum plan genelde şu şekilde vücut buluyor: Dünyaca meşhur metropoller haricinde (örneğin İstanbul, Londra, Paris…) bir yere gittiğimizde müze gezmek bir amaç olmalı, seyahatin parçası değil. Burada ifade etmek istediğim anlam biraz muğlak kalmış olabilir, hemen açıklayayım. Mesela bir ülkenin daha az popüler şehirlerine gittiğinizde orada ne yapılır ne edilir diye bakarken müze görüp müzeyi gezmek yerine öncesinde müze hakkında kısacık bir araştırma yapıp gerçekten ziyaret etmek isteyip istemediğimizi anlamamız elzem. Avrupa özelinde müzeler her yerde mevcut. Şehirden, köyden, kasabadan çok müze vardır belki. O sebeple zaman kısıtlarımızı da ön planda tutarak bir seçim yapmamız lazım.
Araştırma kısmını biraz açmak istiyorum. Seyahat etmeyi yalnızca şehir görmek için yapmak gayet anlaşılır. Şehirler; ülkelerin, kültürlerin, yaşam koşullarının (eski veya yeni) birer tanığı olarak bize kendilerini sunarlar. Ancak gezilerimizi ziyaret etmek istediğimiz belli bir yer için de ayarlayabilirdik. Mesela Münih’i Münih olduğu için gezmek isteyebilirsiniz. Çok emperyal bir havası var, epey de güzeldir. Ancak bir amaç dâhilinde de gidebilirsiniz. Mesela bir futbol hastası olarak Bayern Münih müzesini görmek veya araba sevdalısıysanız BMW müzesini görmek için de gidebilirsiniz. Eğer bilim ve teknoloji tarihine ilgi duyuyorsanız Deutsches Museum da çok hoşunuza gider. Fakat bu müzeler kısıtlı vakitte gezilecek yerler değil. Şayet Münih’te yaşıyorsanız bir aktivite olarak farklı zamanlarda ziyaret edebilir, bu müzeleri veya müzelerden birini görmek amacıyla gidiyor olabilirsiniz. Ancak gerçek bir ilginiz yoksa sizin için zaman ve maddi kayıp olmakla beraber yorgunluk da getirebilir. Bir istisna sayabilirim, o da şehir tarihi müzeleri. Bu müzeler sizlere dolaştığınız şehrin uzak ve yakın geçmişi hakkında iyi bir kavrayış sunacağından gezinizi anlamlandıracağı kanısındayım.
Büyük metropollere gelecek olursak bu şehirlerde, kentle özdeşleşmiş müzeler var. Bu nevi şehirleri ziyaret ettiğiniz o müzeleri görmemek, bence, eksik bir gezi anlamına geliyor. Londra’ya gidip British Museum’ı görmemek veya Fransa’ya gidip Versailles’ı görmemek gibi düşünün. İstanbul’a gelip Topkapı veya Dolmabahçe’yi, Ayasofya’yı görmeden döndüğünüzü düşünün evinize. Bu gibi şehirler için 1 – 2 gece ayırmak dürüst olmak gerekirse biraz ziyan olur. Sizce Roma gibi bir şehir 2 gece ile sınırlı kalabilir mi? Ben hayatımda hiç gitmedim, ama sanıyorum yaklaşık 4 gün ayırırdım ki şehri tamamen keşfedebileyim. Kim bilir, belki benim de zamanım olmaz. Hayat bu sonuçta, ne olacağı belli olmaz. Bunlar da yalnızca yerine tam oturmamış olsa da bu surette şekillenen düşüncelerden ibaret. Asıl mühim olan zevk almak değil mi? Sizi ne neşelendiriyorsa onu yapmak çok ehemmiyetli. O yüzden pişman olmayacağınız şekilde yapacağınız her şey mübahtır. Oldu da istediğiniz bir yeri göremediniz mi? Güzel bir lokasyonun varlığından dönünce mi haberdar oldunuz? Boş verin. Bir dahaki sefere diyelim. ☺