Her geçen gün farklı bir gerçeklikle daha iyi anlıyorum ki hayat içerisinde öğrenim yolculuğu asla bitmiyor. Bu çok eşsiz bir deneyim. Çünkü daima keşfedebileceğimiz yeni kavramlar, gözlemleyebileceğimiz yeni hâller, bağlantılar kurabileceğimiz durumlar var. Yeter ki bunları görmek, anlamak, idrak etmek için titreşen bir ruh olsun.
Geçtiğimiz haftalarda Kadıköy’de Devri Daim Enstitüsü’nde Handan Dallı (Ben ona Handan Peri diyorum, iyi ki o ve onun gibi güzel insanlar var.) yürütücülüğündeki Birlikte, Şefkatle Kolaj Atölyesine katıldım. Bu atölyede “yas” kavramı üzerine düşündük ve kendi yas haritamızı anlatmak üzere seçtiğimiz geri dönüşüm parçaları ile bir kolaj çalışması yaptık. Ben hayatımda daha önce yas üzerine detaylı şekilde hiç düşünmemiştim. Öyle kıymetli bir alan açıldı ki, gönlüme gelen anlamların bir yazıya dönüşmesini istedim. Düşüncelere boğmadan, yasın benim dünyamdaki anlamlarını paylaşmak isterim. Olur ya, size de kendi yas süreçleriniz için bir ayna olur.
Öncelikle yas kavramı bana yalnızca bir ölünün ardından tutulan bir değermiş gibi geliyordu. Evet, yası tutmak benim bakış açımda bir değerdi. Ancak ben yas nasıl tutulur hiç bilmezdim, ta ki bunun üzerine düşününceye kadar. Yine de içten içe insan olmanın bir parçası gibi de gelirdi.
Yas tutma hâlini pek bilmeyişim, iki sebepten kaynaklanıyor diye düşünüyorum. Bunlardan ilki, ölüm kavramının bana nedense hiçbir zaman “kötü” bir gerçeklik olarak gelmeyişinden ötürü. Bu durum; hem inançlı bir birey olarak öldükten sonra yaşamın devam edeceğine yönelik heyecanımdan hem de dünyanın bir öğrenim ve deneyim yeri olması sebebiyle ölenin görevini tamamlayıp materyal yaşama veda etmesi hissinden besleniyor. Şimdilik, ölümden korkmayan ve endişelenmeyen ben, anlıyorum ki ölümün getirdiği duygularla baş etme noktasında hayatın devamlılığına odaklanmayı ve ölümün gerçekliğini kabul ederek yaşamıma devam etmeyi seçiyorum.
Yas tutmayı bilmeyişimin ikinci sebebine gelecek olursak; çeyrek asırlık ömrümde “Çok seviyorum!” dediğim veyahut “Çok anılar paylaştık!” dediğim hiç kimseyi ölüm sebebiyle kaybetmemiş olmam olabilir. Gerçekten içimi titretecek bir ölüm ayrılığı yaşamadım bu hayatta. Tabii, biliyorum ki bir gün bu gerçeklik de benim kapımı çalacaktır. Sürekli sevdiklerimizin var olduğunu var saydığımız bir gerçeklikte, onların yokluğunu düşünmek; öznesi olmadığımız bir konudaki kişi hakkında empati yapmaya benziyor. Sevdiği bir kişiyi kaybetmek konusunda yalnızca akıl yürütebiliriz. Ancak bana kalırsa tüm hücrelerinde titreşen hissi bilemeyiz.
Bir ölüm sebebiyle üzüntü duymak ile bir ölü kişinin ardından yas tutmak da zihnimde çok başka kavramlar olarak beliriyor. Yas sürecinin içerisine “üzüntü” duygusu da dahil. Tıpkı kızgın, şaşkın, kaygılı, zayıf, incinmiş, yalnız, suçlu vb. hissedebileceğimiz gibi. Ancak yasın sanki kavramsal olarak ritüelleri de varmış gibi. Kültürel olarak, dini olarak ve kişisel olarak birbirinden çok farklı şekillerde ayrışan; biricik yas tutma biçimlerinin olduğunu fark etmeye başladım. Herkesin yası tutma şekli ve yansıtma şekli de bambaşka hâllerde. Ayrıca, bir zamanlar bu evrende var olmuş ve anılar biriktirdiğin bir kişinin ardından ona özel şekilde yas tutmak da sanki çok doğal bir ihtiyaçmış gibi. Ne yazık ki toplumsal olarak duygularımızı yaşamak konusunda birtakım büyük sorunlarımız var. Duygularımızı bastırma hâlimiz de yas tutma biçimlerimizi etkileyen bir başka konu.
Yas üzerine düşündükçe anladım ki yas aslında yalnızca ölen birinin ardından tutulan bir olgu değilmiş. Lise yıllarında canciğer olduğumuz ancak şu anda görüşmediğimiz arkadaşımızla geçmiş günler için de, yıllarca emek verdiğimiz ve bir ilişki yürüttüğümüz sevgilimizden/eşimizden ayrıldıktan sonra da, çok sevdiğimiz kolyemizin yolda yürürken düşüp kaybolması ardından da, çocukken taşınmak zorunda kaldığımız ama hatıralarla dolu evimiz için de yas tutabilirmişiz bu hayatta.
Bazen durumu anlayamayışımızdan, bazen kendimize olan körlüğümüzden, bazen egomuzun direncinden veya kibrinden; yas tutmayı bilmiyor veya bilemiyoruz. Üç boyutlu evren bakışımızın altında ezilebiliyor, durumlara karşı 4. bir boyutsal perspektif ile bakamayıp, gözlemci pozisyonunda kalamayabiliyoruz. Bana kalırsa yas, hissettiklerini tüm gerçekliği ile yaşamaya izin verirken bir yandan da o hisleri özgürleştirme ile alakalı. Yani yas hem içkin hem de aşkın. Tıpkı hem bireysel hem de toplumsal olabileceği gibi.
Yası zamanında, bize doğru ve dengeli hissettiren şekilde tutmazsak eğer, yükünün ağırlaştığına inanıyorum. Duygularımıza karşı dürüst olmanın ve içimizden gelenleri kucaklamanın önemine inandığım için yapabiliyorum bu çıkarımı. Ama öbür yandan, katıldığım bu yas atölyesi sayesinde, fark ettim ki 2019 Kasım tarihinde yaşadığım X olayının yasını tutmuş olsaydım eğer, kendime 3 yıllık bir döngüyü hiç yaşatmayabilirdim. Bastırdıklarımızın dışa vurumu, tahmin edemeyeceğimiz zararlara yol açabiliyor. Yas tutmayı bilmediğim için, yası tutmayı anlamlandıramadığım için, yas tutmanın kalanlar için ne kadar da anlamlı bir eylem olduğunu idrak edemediğim için, bedenimin ve duygularımın o dönemde yeteri kadar ayırdında olamadığım için; yaşanacak olanlar yaşandı.
O günkü Furkan’a kızmıyorum. Yaşadığı olayın ardından yasını tutamadığı için kendisini belki de ölüm deneyimlerine sürükleyen Furkan’ı affediyorum. 3 yıllık döngünün yasını işte tam da bu yazı ile de tutuyorum. Yasım, bana ait. Tıpkı onca hatamın ve yanlış bulduğum eylemlerin bana ait olması gibi. Ancak mevcut ego sürücümün ölümüne bu kadar yakınlaşmasaydım, hayatın bu kadar ama bu kadar harika olduğunu görebilir miydim? Harikalıkları anlamlandırabilmem belki de bazı yasları tutamamamla mümkün oldu.
Yasını tutamadıklarım için özür dilerim.
Yasını tutamadıklarım için teşekkür ederim.
Eğer bu yazıyı beğendiyseniz Furkan Çankırı’nın Mücadele Etmenin Dayanılmaz Hafifliği isimli yazısını da okuyabilirsiniz.