Gördesli Makbule
Aralık 3, 2022
Silüetiniz
Aralık 3, 2022

Her Şeyden Biraz Biraz Hiçbir Şeyden Hepsi 

Ağırıma giden çok şey var bu aralar. Çokça sustuğum, dışımdan gülüp geçtiğim ama içimden kafamı çevirdiğim. Yolda yürüyüp montuma sarılırken yanlarından geçtiğim ve ayaklarında terlikler olan çocuklar görüyorum; yemek yemek için vardığım mekâna oturduğumda ayaklarımın altında miyavlayan sokak kedileri eşliğinde, okula devam etmek için çalışmak zorunda olan arkadaşımın notları düşünce kesilen bursunu konuşuyoruz. Mantığımın yetmediği bugünlerde, bir bomba patlıyor ve kulaklarım çın çın. Eskiden tadını sevmesem de yiyebildiklerimi şimdi midem kaldırmıyor, aç kalırım daha iyi diyorum. Aç kalırım daha iyi. Kalkalım hadi.

Ne ara bu kadar uzaklaştık ben ve dışarısı bilmiyorum, ne zaman kapıyı açmaya çalışsam ayaz içimi donduruyor. Ayaz ve bağıran cümleler. Düşünüyorum, bir cümle ne kadar kızgın olabilir ve acaba kızgın cümleler yarışması yapsak hangisi kazanır diye. “Bunlar da geldiler ülkemize, sokağa çıkılmaz oldu!” mu yoksa yakılarak öldürülen bir kadın için “E o da etek giymeseymiş!” mi?

Adaylarımızı sıralayalım: “O saatte orada ne işi varmış!”, “Telefonunu çıkar göster!”, “Hem çalışıp hem nasıl çocuk bakacak, öyle annelik mi olur?”, “Bu gençlik de iyice dinsiz oldu, kıyamet yaklaşıyor!”, “Lut kavmine bak, ne oldular! Bu batı özentiliği ne zaman geçecek?!”

Ya da kızgın bir cümle belki de bunların hiçbirine benzemez. Ailesinden zorla ayrılan bir çocuğun çığlığıdır belki, ya da artık gitmek zorunda kalan birinin gözünden akmadan duran bir yaş. Elinden tutamadığın arkadaşın ya da asla yetemediğine inandığında içine oturan o histir. Belki de en kızgın cümlelerimiz hiç söze dökülemeyenlerdir ya da bu, oyunun hangi tarafında durduğumuza göre değişir.

Etrafındaki tüm aydınlığı sömüren bu cümleler; kin, nefret, öfke ve daha da üzücüsü yoğunlaştırılmış “öteki”leştirme çarpıyor yüzüme ne zaman dışarı çıksam. Onlar yüzüme çarptıkça benim yanaklarım kızarıyor, insanlığım utanıyor. Anlamayacağım diyorum, sizi anlamayacağım, inat değil mi! Özgürlük değil bu yaptığınız, gücün yozlaşması. Sonra kendimi yatıştırmak için kendi özdeğerimi yeniden tanımlayacağına inandırıldığım metalar almaya başlıyorum. Belki de en sonunda tüm bu eşyalarımızın kakafonisi altında boğuluruz ve asla utanacak bir şey kalmaz diyorum. Ya da belki her şeyin idealinin konuşulduğu ama hiçbir aksiyon alınmayan şık zirvelerden birilerine girer çıkarım, silkinirim biraz üstümdeki bu külleri. Utançların çıplaklığı ne alınırsa alınsın ya da ne kadar kişisel gelişim kitabı okunursa okunsun kapanmaz oysa. Dönen çarklara kulaklarımı kapatmak için ellerimi bastırmaktan artık çınlamalardan fazlasını duyamıyorum da. Nefretinizi anlamayacağım, inat… Diye diye haftaları devirdim.

İnadım neden sonra öfkeme karıştı, aynı boyalar gibi, dokundukça daha da karışıyor. Biraz daha karıştırsam tahammülsüzlük çıkacak biliyorum, biraz daha dersem de kırgınlığın çamur renginden başka bir şey kalmayacak elimde.

Ne yapsam olmuyor, yetmiyor. Çaresizliğin hıncından kafamın tüm raflarını indirdim, yırttım notlarımı, hatıralarımı kutulayıp kaldırdım. 5N1K’yi de tamamladım. Kime, neyi, ne zaman, nasıl anlatırım bilmiyordum. Artık neden anlatmak istediğimi de bilmiyorum.

Beni siyasi olarak tanımayan, tüketici davranışlarımın ötesinde bireyselliğimle alakası olmayan dış dünyayı tanrıya kurban ettim, tanrıyı da ona. Sayıklıyordum, içimi paylaşarak da çoğalabilirim diyordum. Ama insan tanımı gereği, “ben”i bir “sen”e iliştiremiyormuş. Oysa ne çok istedim, ne çok denedim anlaşılmayı. Çok konuşmamam anlaşılmak istemediğim anlamına gelmez, hatta belki de tam tersi. Sahneyi bırak ve sus artık, birlikte seyirci olalım demişim. Çok mu?

Çokmuş.

Oysa ben bilgiye saygımdan eleştiri ehliyetlerimi kullanmazken, temellendirmelerden yoksun bir şekilde sadece “Saçmalık!” deyip işin içinden çıkılabiliyormuş. Herkesin her şey hakkında her şeyi söyleyebildiği günümüzde, bunca çığırtkan arasında sessiz kalmak ayıplanabiliyormuş.



Paylaşmak Güzeldir:

İlayda Küçükafacan
İlayda Küçükafacan
Çocukluğunu doğusundan batısına 7 farklı şehirde geçiren İlayda, kendini bir öğrenme tutkunu ve bibliyofil olarak tanımlar. Boğaziçi Üniversitesi Endüstri Mühendisliği “öğren”cisi, iflah olmaz bir meraklı ve maceraperesttir. Politika, ekonomi, psikoloji ve bilimum başka disiplini karıştırıp "toplum mühendisliği" yapma yolunda emin adımlarla ilerlerken sistem dinamiği ve modelleme alanında derinleşmektedir. Bu sebeple kendisini sürekli bir şeyler anlatırken ya da bir şeylerle uğraşırken bulabilirsiniz. Yazıları çok bilmiş gelebilir ama aslında sadece “kendi dünyası”nı tasvir etmektedir. "Yazar burada ne demek istemiş?" derseniz bir kahveye kapısı her zaman açıktır.