150 yıllık bir evin içindeydi gül. Dantel perdelerle kaplı, ninesinin deniz kenarındaki evinde koca salonda derin bir uykudaydı. Birazdan deli bir lodos, kalp çarpıntısıyla uyandıracaktı gülü.
Rüzgâr, ahşap pencereleri dövmeye başlamış, denizin dalgaları çıldırmıştı! Ay ışığı sakinleştiremedi de gül uykusundan ürpererek uyandı işte. Kapadı gözünü, tatlı uykusunu kenetlemeye çalıştı göz bebeklerine. Ne yazık, çoktan sarmıştı bedenini huzursuzluk ve korku.
Yenik düştü lodosun sesine.
Huzursuzluğun uykusuzluğu ne biçim bir şeydi. Hep imrenmişti ne olursa olsun uyuyanlara. Küçük olsa annesini uyandırıp kıvırılırdı yanına. Şimdi kendi halletmeliydi. Büyüdükçe insan yalnızlaşıyor, sevdiği ve güvendiği insanların yamacına yanaşmak gittikçe zorlaşıyordu. Ne illet bir durum ama.
Göz kapakları aralandı. Şimşekler odayı beyazdan siyaha boyarken perdenin dantellerine odaklanıp fırtınayı yadsıdı. Sabah manzarasındaki ışıl ışıl denizi düşleyerek onu huzura sürükleyen yollara koyuldu. İçsel hayatına giden kapıyı aralayıp o küçük aralıktan sanrılar buyur etti ninesinin salonuna. Safiyetinin yansımaları zafiyetinin üşüyen bedenini örttü usulca. Canın kokusundan derin bir nefes alarak nabzını sakinleştirebildi sonunda.
Ahşap pencere ani bir sesle titreşti yine. Gök gürültüsü ne yüce bir sesti! Duydukça gömüldü yorganının içine. Huzursuzlaştıkça battı dikenleri tenine. Bir nefese, bir ele ihtiyaç duydukça gök daha da hiddetleniyordu sanki. Göğün sesi yükselerek ve kabalaşarak gürledi. Ne zaman bitecekti? Güneşli ve parlak sabaha özlem duyarken gecenin huzursuzluğu gülün bedenine bir diken daha ekledi. İşte o dikenin doğumu böyle gerçekleşti.
Gül, dikenleri arttıkça asileşti. Pamuklara sakladı onları. Uzaktan bakanlar göremedi de gülün aralık kapısından girenler yüzleşti dikenleriyle. Doğumlarındaki hikâyeyi sorgulamadan yargılayanlarla yaşamak zorunda kaldı. Pamuk altındaki gerçekleri görenler gülden kaçtıkça, kendisi kokladı ehven dikenlerini, severek bastırdı bedenine. Zaten kim sevmişti gülü dikenleriyle?