Muhtacım burnuma kaçacak deniz suyuna
Muhtacım saçlarımı okşayacak rüzgâra
Muhtacım kızgın güneşin altında kazdıkça hâlâ soğuk olan toprağa…
Merak ediyorum, mesajlaşmak bir film senaryosu gibiyken doğranmış soğan olmadan nasıl ağlanabilir. Nasıl gülümsetecek şeyler yazabilirim güldüğüm her şey beş saniyelik videolardan ibaretken.
Yorgunum ruhumun betonlar arasında 2 boyutlu çizgi film karakterleri gibi ölüp ölüp dirilmesinden,
Yorgunum bir yandan her şeyiyle tüketilen bir yandan da her şeyi tüketen olmaktan. Dönüp dönüp aynı at yarışına yeniden bilet almaktan.
En çok da özlemekten;
Geleceği özlemekten,
Geçmişi özlemekten
Düşünmek; saatlerce hiç durmaksızın düşünmek, hiçbir yere bağlanmayan yazılarım gibi. Tasarlamak, bir çerçeve çekmek bütün düşüncelere ama hayır! Yine de durduramamak.
Fark etmek ve biraz daha ağırlaşmak
Yine birini pervasızca dinlemek, hiç duyamadan
Tetiklenmek, yaralarını hatırlatan basit ve alakasız her şeyle;
-Hiç izlemediğin dizi karakterlerinin bir repliğiyle, bir tweetle, bir biletle, bazen de tahminsizce yazdığın cümlelerinle.
Hiçliğe giden anlatılarımla bir son mu arıyorum, bitmeyi, sönmeyi?
Hayır, iyileşmenin bir yolunu arıyorum.
Tam da bu yüzden;
Muhtacım sürekli üşüyen ellerimi nihayet ısıtacak güneşe
Muhtacım alabildiğince yeşil, olabildiğince sessiz ormanlara
Muhtacım hiç dilini bilmediğim canlıların anlayış dolu bakışlarına…