Solaris, Tarkovski ve Bach
Ağustos 3, 2020
Umut Apartmanında Yaşayan Kızın Muhasebesi
Eylül 3, 2020

46’da Bir Acı

“Ben, kendi varoluşumdan sorumlu biriyim.
Ben, varoluşlara saygı duyacak kadar akıllı biriyim.
Ben, başkalarının varoluşuna zarar vermeyecek kadar vicdanlı biriyim.”

Telkinlere müracaat etmişti. Yarım ayın hâkim olduğu, zihninin susmadığı ıslak bir gecede telaşla yürüyordu. Telaş mıydı, iğrenme mi yoksa bir kaçış mı kendisi de bilmiyordu. Yokuşu nefes nefese çıkmıştı. Varoluşlardan iğreniyordu. Eline geçse her bir zerreyi o gece öldürebilirdi. Öfke sorunlarının olduğunu kendisi de biliyordu. Çocukken de böyle miydi acaba, öfkeli miydi? Saf bir çocuktu kimilerine göre. Oyuncağı elinden alındı diye kızmazdı arkadaşına. Bilakis, kendisi vermiş gibi kabul ederdi. Paylaşmak hoşuna giderdi Joseph’in. En sevdiği kırmızı arabası ile arkadaşı da severek oynadığı zaman mutlu olurdu. Oyun oynamak bir evreni paylaşmaktı çünkü. An’ın ötesinde bir gerçeklik kurgulamak hiç kimseye bir şey kaybettirmezdi. Ancak kurgusuna birisi çomak soktuğu zaman işler değişirdi. Bırakın oyun arkadaşı da oyuncak askerini kendisiyle paylaşsın; Joseph’in kırmızı arabasını da alıp kaçar, hiç olmazsa zarar verdi. Joseph işte böyle durumlarda öfkelenirdi.

Bireysel sınırları hem kapsayıcı hem keskindi. Joseph, insanların söylediklerini şüphe filtresinden geçirmeyecek kadar iyi niyetli ve bazı davranışlara tahammül edemeyecek kadar sert mizaçlıydı. Söylemler canını yakmazdı ama hatalı bir davranışı görünce de sinirlerine hâkim olamazdı. Joseph’in siniri acılarındandı. İçten içe öyle üzülürdü ki Joseph, kedi tüyü kaplı kalbi cız ederdi. Dayanamazdı bu titremeye. Güçlü bir yapısı vardı dışarıya karşı. Hüzünlerini ve kırgınlıklarını göstermekten çekinirdi. Maskesini düşürmeye çalışan alçaklara karşı bir savunma mekanizması olarak öfkeyi keşfetmişti küçücük yaşında. Ne hakla, kim Joseph’i üzebilirdi! Yaşatmak, paylaşmak, sevmek ve saygı göstermek kutsal davranışlardı. Kutsalı bozulduğunda öfkesi katlanırdı.

 

Bu gece 46 numarada Joseph’in öfkesi hiç deneyimlemediği bir noktaya geldi. Çünkü bu gece, tüm sevgisini kırmızı arabasının bagajına doldurmuş Joseph’in arabasını kaçırdılar. Planın ise ele başını tanıyordu. Belki de tanıdığını zannediyordu. İşte yine yeniden aldanmıştı. Veyahut inanmıştı. Poker masası misali; sevgisini koşulsuz şartsız ortaya koymuş, lakin ele başı yine hileli zar atmıştı. Joseph’in hileli zar atılma davranışına tahammülü yoktu. Poker masalarını pek sevmezdi ama “eğleneceğiz” söylemi ait olma hissiyle beraber baskın gelmişti. Sevgisini kim böyle hiçe sayıp değersizleştirebilirdi?

Joseph, bir zamanlar çıktığı yolun bugünlere böyle geleceğini bilmiyordu. Öfke kalkanı, başka zaman dilimlerinde farklı hikayelerinde de canını acıtmıştı. Ama acılarını severdi. Acıların ona deneyimler fısıldadığını bilirdi. 46 numarada yaşadığı acı ise kendisini ilk defa fiziksel olarak hissettirmişti. Duygusal acı eşiği yüksekti. Duygularını tanıdığını ve onlarla nasıl mücadele edeceğini bildiğini sanırdı. Ta ki kalbinin ve zihninin acısı, yokuşta nefes nefese yürürken midesine vurana kadar. Joseph ilk defa bu kadar haykırarak ağlamak istedi. Yüreğinden inen acıyı midesinden yalnızca kusarak atabilirdi. Ancak kusmak da onun için bir zayıflıktı.

Joseph 46 numarada biraz daha kalsaydı silahını inandığı insana çekmek zorunda kalabilirdi. Değil bütün evi yerle bir etmek, binayı dahi patlatmayı defalarca aklından geçirmişti. Bu gece Joseph’e yaşatılanlar daha büyük bir intikam planı gerektirirdi! Hayır hayır, Joseph iyi niyetli olabilirdi ama artık saf değildi. Attığı adımların ve verdiği kararların sonuçlarının olduğunu bilirdi. Sonuçların yaşatacaklarından korkardı. Defalarca kez görmüştü bunun örneğini. Bunca yıllık deneyimini ve kontrolünü bir anda çöpe atamazdı. Hızlı bir karar almalı ve kendisini bu batakhaneden kurtarmalıydı. Çünkü varlığı bu leş yere ait değildi. Yaptığı iş anlamlı bir hayata yakışmıyordu. Duyduklarına öfkelenmemişti de; gördükleri karşısında kendisine dahi saygısını yitirmişti sanki. “Olamaz, olmamalı!” dedikçe nefesi hızlanmaya, kalbi daha hızlı çarpmaya başladı. Bu gece, Joseph kim olmadığını ve kim olmaması gerektiğini çok daha iyi anlıyordu. Joseph, kendisiyle yüzleşiyordu.

Hızlıca birkaç eşyasını topladı. Dişlerini sıkarak ve kendisine telkinler vererek 46 numaradan dışarıya fırladı. Beyaz kapıyı öylesine sert çarpmıştı ki sokağın kedileri irkilerek saklanacak araba altı aramışlardı. Joseph’in gözü hem hiçbir şey görmüyor hem de kendisine olan sevgi ve saygısını daha da yitirecek bir eylemde bulunmaktan imtina ediyordu.

Yokuşun sonuna geldiğinde ayakları geri gitse de midesinin sancısı ve dudaklarının titremesiyle hızlıca evine attı kendini. Hemen üstünü değiştirip soğuk bir duş aldı. Konuşamıyordu ama zihni susmadan konuşuyordu. Saat gece 04.12 olmuştu. Balkona çıkıp minderine uzandı. Bir sigara yakarak öfkesini düşüncelere teslim etti. İnsanı ve varlığı sorguluyordu. Hadsizlikleri ve kötü niyetleri yok etmek istiyordu. Saygısızlıkların sonuçları olması gerektiğine inanıyordu. Hiçbir varoluşu öldürmenin bir çözüm yolu olmadığını yeniden kendisine hatırlattığı sırada havanın aydınlığı penceresine vuruyordu.



Paylaşmak Güzeldir:

Furkan Çankırı
Furkan Çankırı
Boğaziçi Üniversitesi'nde Eğitim Bilimci olma sürecinde. Hikâye koleksiyonerliği, psikoloji ve yürüme eylemi ile hemhâl olarak kırılgan gerçekliğinde şaşkınlıkla yol almaktadır. Tutkularından biri Eurovision olan yazarımız, dünya vatandaşlığı hayali gütse de fazlasıyla Çanakkale sevdalısı. Biraz hayatı anlama çabası, biraz beşerî kültür, biraz da ne yaşıyorsa işte. Peki ya anlatmasa? Öylesini hiç sevmedi.