“Yahudi Soykırımı (holokost) gerçek değil, sadece Yahudi Diasporasının oyunları ve yalanları” veya “Hitler, dünyayı daha iyi bir hale getirme gayesi güderek yaptı her hamlesini” gibi sözler sarf edersem şayet, şu anda bu yazıyı okuyan birçok okurumuz kuvvetle muhtemel “bir saniye, anlamadım?” ya da “o nasıl tespitti üstat” şeklinde karşılık vereceklerdir. Durun, ben öyle bir gaflette bulunmayacağım. Zira bundan yaklaşık 20 yıl önce bu türden bir muhabbet, dünyanın gidişatına dikkat kesileceği, Avrupa’yı sarsacak bir davaya sebep oldu. İki farklı tarihçi -Deborah Lipstadt ve Daniel Irving- arasındaki bu büyük davaya gelin hep beraber bir göz atalım.
Asıl konumuza başlamadan önce sizlere kısaca “Holokost İnkârı”ndan ve bu akımın argümanlarından bahsetmeme izin verin. Holokost İnkârcılığı; beyazların üstünlüğünü savunanların, Neonazilerin ve bazı radikal sağ grupların, şu anda birçok tarih otoritesinin kabul ettiğinin aksine, Yahudi Soykırımı’nın (Holokost) aslında var olmadığı, bu insanların bilinçli bir şekilde ortadan kaldırıl(ma)dığına yönelik iddialarıdır. Yine aynı görüşe göre Holokost dediğimiz olgu aslında Yahudi milletinin, diğer ülke ve milletlerin duygularını sömürmeleri ve böylece kendilerine ilerideki hareketleri için bir şekilde manevra alanı oluşturmaları amacıyla öne sürdüğü birkaç asılsız iddiadan başka bir şey değildir. Bu iddiaların tarihine inmemiz yazıyı gereksiz uzatmamıza sebep olacaktır. Şu ana kadar ortaya attığı argümanları çoğunlukla çürütüldüğü için yetersiz ve finansal açıdan güçsüz olan bu hareketin yine de hala bir miktar taraftara sahip olduğunu da belirtelim ve devam edelim.
Şimdi gelelim yazımızın başrollerindeki iki büyük tarihçimize. İlk olarak Daniel Irving’den bahsetmek istiyorum. Kendisi İngiliz asıllı, 2. Dünya Savaşı üzerine yoğunlaşmış, keskin bakışlı, bir ağır abimiz. Holokost inkârının en ateşli savunucularından. Az sonra ele alacağımız davanın en büyük sebebi olan, kendisinin de ünlü eseri “Hitler’in Savaşı” adlı kitabında, Hitler’in Yahudilerin katliamından sorumlu olmadığını, şayet böyle bir girişim olsaydı ilk olarak buna Hitler’in karşı koyacağını söylemektedir. Hatta korkunç hatıralara ev sahipliği yapan Auschwitz Kampı’nın, Yahudilerin savaştan korunmaları ve rahat olabilmeleri gayesiyle yapıldığı gibi inanılmaz inovatif iddiaları da dile getirmektedir. Kendisini revizyonist tarihçi olarak görmektedir. (Bu arada kısa bir not düşelim: Revizyonist tarihçinin temel gayesi, eskiden güçlü bir iddia iken artık otoriteler tarafından büyük ölçüde gerçek kabul edilmiş, herhangi bir kavramın, mekânın, olayın veya olgunun; geçmişi ve tarihi hakkındaki görüş ve fikirleri tekrar tekrar incelemek ve yeri geldiğinde doğrusu ile değiştirmektir.) Öte yandan Irving’in, bu yaklaşımı kendi ufak, göze çarpmayan fakat yazdıklarını bir bütün olarak ele aldıklarında okuyanları dumur eden değişikliklerini gizlemekte çok iyi kullandığı Lipstadt tarafından iddia edilmiştir. Günlüklerinde mi yoksa eserlerinde mi yazdığını hatırlamıyorum fakat kendisi ırkçı ninnileri çok sevmektedir. Eğer bir gün Kral TV’ de “Deutschland, Deutschland uber alles” adlı marş benden Sayın Führer’ime gelsin” diye bir mesaj görürseniz, bilin ki David Irving bu dileğin sahibidir. Yakın zaman önce ırkçı söylemlerinden dolayı tutuklandığını ve söylediklerinden pişman olduğunu söylemesinin ardından serbest bırakıldığını da söyleyelim.
Diğer kahramanımız Deborah Lipstadt, Kendisi Yahudi asıllı ve davanın en önemli bir diğer kanıtı olan “Denying the Holocaust: The Growing Assault on Truth and Memory” adlı kitabın yazarı, özellikle Yahudi Tarihi araştırmalarına ağırlık veren şirin mi şirin bir tarihçimiz. Anti-semitist iddialara karşılık vermek için sabah akşam uğraşmış ve bu esnada David Irving tarafından Penguin Books ile birlikte dava edilmesinin akabinde 3 ay devam edecek bir mahkeme sürecinde sanık olarak yer almıştır. David Irving tarafından dava edilmesinin sebebi ise az önce de ismini belirttiğimiz “Denying the Holocaust: The Growing Assault on Truth and Memory” adlı kitabında kendisinin deyimiyle “sadece bir sayfa yer verdiği” David Irving’in, temelsiz ve yalan argümanlar sunduğunu, insanları yanlış yönlendirdiğini söylediği paragraflardır. David Irving bu çalışmayı fark ettiği anda itiraz etmiş, hatta onunla da yetinmemiş Lipstadt Hanım’a ve “Holocaust the Denial” adlı yazının basım işini üstlenen Penguin Books adlı yayınevine dava açacağını bildirmiştir. Açıkçası o zamana kadar dikkatleri çok çekmeyen bir hareket olan Holokost İnkarı işte şimdi çok büyük bir atılım gerçekleştirmektedir. Neden diye sorarsanız sizi bekletmeden cevap vereyim: Zira Irving onu İngiliz Mahkeme’sinde beklemekteydi ve İngiliz Mahkemesinde hakkınızda bir şikâyet varsa, sanıksanız; kesinlikle kendinizi savunmak zorundaydınız. Şayet aldırmazlık ederseniz, gıyaben kaybetmiş sayılırdınız. Ve tahmin edin böyle bir durumda sonuç ne olurdu: David Irving haklı sayılır, böylece Holokost İnkarı kendisine meşru bir dayanak noktası bulurdu. Net bir biçimde Irving’in, kendinden emin bir vaziyette karşı tarafa şah çektiğini görebiliyoruz değil mi? Buna rağmen Lipstadt kendisine eşlik etmek üzere toplanmış büyük bir avukat grubu ile yaptığı kapsamlı bir çalışmanın ardından davaya bizzat katılmış, yaklaşık on iki hafta boyunca düzenli aralıklarla devam eden bu proseste kendisini, yazılarını ve 2. Dünya Savaşı boyunca birçok acı çekmiş birçok Yahudi’yi savunmuştur.
Davada Irving’in ve destekçilerinin sıraladığı argümanları aşağıya teker teker yazıyorum:
Fazlasıyla iddialı ve kapsamlı bu savları bir kenara bırakalım. Davanın sonunda Irving “Radikal bir Nazi fikir savaşçısı” ve iddiaları da “gerçekdışı” “asılsız” “gülünç” olarak kabul edildi.
Yazıda sizlere göstermek istediğim iki mesele vardı. Birincisi elbette bu dava idi. Açıkçası ben bu olayı ilk öğrendiğimde çok şaşırmıştım, zira artık hiç sorgulanmadan kabul edilen bir şeyin aksinin iddia edilmesi (yani 2+2=5 demek gibi) çok ilginç gelmişti bana. Bir diğeri ise iki yazarın da (tabi ki Lipstadt daha ağır basıyor bu konuda) araştırmaları ve inançları için gerçekten özverili bir şekilde uğraşmaları ve tabir yerindeyse savaş vermeleridir. Yazıyı bir alıntı ile bitireyim. Lipstadt olanlar hakkında düşüncesini soranlara şöyle demiştir: “İnsanlar her zaman seslerini çıkarmadan oturabilirler ve bilirsiniz, bunun onlarla hiçbir ilgileri olmadığını söylerler, “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın” derler. Fakat bence böyle bir kötülük karşısında tarafsızlık söz konusu değildir; tarafsız olduğunu söylemek, kötülüğe ortak olmaktır. Yani suçun failine yardımcı olarak kayıtlara geçmek isterseniz sessizce durabilirsiniz. Ancak bir fark yarattığınızın, kötülüğe karşı çıktığınızın kayıtlara geçmesini istiyorsanız o zaman bence önyargılarla, bu önyargılar arasında da antisemitizm ile savaşmalısınız.”
Gönül ister ki iki tarafın da iddialarını ayrı ayrı ve derin bir analiz eşliğinde siz değerli okuyucularımıza anlatabileyim. Fakat bir klasik olarak yine 4 sayfayı aşmış vaziyetteyiz. Bu sizler için kötü bir durum olmasa da editörümüzün ek mesaiye kalması anlamına geliyor. Ve elbette biz bunu istemeyiz. Ufak bir anons, bu konuda sevimli bir ilgi olması münasebeti ile aralık ayında -ben daha geç düşünüyordum- Orta Çağ hakkındaki serimize -daha 2 adet olmasına rağmen seri diyorum- devam ediyoruz. Neden bu kadar uzun bir ara verdin yoksa sen de mi vazgeçtin bu çağı savunmaktan diyenler olacaktır. Hayır, biraz daha kaynak taraması yaptım sizlere doğru bilgiler verebilmek için. Beğeneceğinize ve bir miktar da afallayacağınıza garanti veriyorum. Şimdilik hoşça kalın.