Konuk Yazar: Dilara Küçükafacan
Bugün 24 Kasım 2024 Salı,
Bir Pazar sabahıydı yokluğunla uyandığım ilk uykuydu. Bir yıl geçti… Nefesimi tutarak, tereddütler içinde geçen koca bir yıl. Zamanın akışını en çok bu yıl hissettim. Her günü farkında olarak, adeta ilmek ilmek dokuyarak yaşadım. 365 gün… Gidişinin üzerinden tam bir yıl geçti, ama hala şaşkınım. Günler nasıl geçti, sayılar nasıl bu kadar büyüdü, bilmiyorum.
Birlikte kurduğumuz hayalleri şimdi tek başıma taşımak öyle zor ki. Aldığım bana dair her kararda senin izlerine rastlıyorum, o kırçıllı patilerine. “Keşke şimdi burada olsaydı” diye kurduğum cümlelerin sayısını bilmiyorum artık. Eskişehir’de seninle gezeceğimiz sokaklar, sinir edeceğimiz ve korkutacağımız insanlar vardı. Keşfedeceğimiz küçücük köşeler, birlikte yuva yapacağımız evler… O evde, her köşede yine senin izlerin, tüylerin olmalıydı. O tüyler beni siyah giymekten alıkoyan tek nedenken şimdi başka renk giyemez oldum. Kaybolmuş, sahipsiz ve yarım bırakılmış hissediyorum, sanki o gün sen orada cansız yatarken, ben de seninle birlikte son nefesimi vermişim gibi.
Son bir kez gözlerine bakamamanın, o ıslak burnunun kuruduğunu görmenin ne kadar ağır olduğunu kelimelerle anlatamam. Seni veterinere yetiştirmeye çalışırken, tüm acılarından kurtulmuş gibi kollarımda huzurla yatışın gözümün önünden gitmiyor. O kadar acı içindeyken bile bana göz kırpıp beni sakinleştirmeye çalışman ya da benim bunu öyle yorumlamam aklımdan çıkmıyor. O masanın üzerinde duran senden kalan son şey olan bedenini son kez öptüğümde ve tepkisizliğini net bir şekilde gördüğümde anladım bana yalan söylemiyorlardı. Kulakların soğuktu.
Şimdi, beni bu dünyada tutan şey, birlikte yaşadığımız o eşsiz duyguların artık tek temsilcisi olmam. Böyle bir derinliği bir daha hissedebilir miyim, bilmiyorum. Bilmediğim için de sahip çıkıyorum sana, bana, bize…