Konuk Yazar : Nilsu Sevinçli
Selamlar! İlk yazımda tarihe olan ilgimden, seyahat etmekten, değişik proje fikirleri tasarlamaktan, şu aralar öğrenmeye çalıştığım Fransızca’dan, vesaire bahsetmeyi çok düşündüm. Çokça yazdım, çoğunlukla sildim, gerçek tutkumu çözmeye çalıştım. Yukarıda bahsettiğim konular ne kadar sevdiğim uğraşlar olsa da tutku çok güçlü bir kelimeydi. Bu kelimenin ağırlığı altında bu başlıkların hepsinin ezildiğini fark ettim. Çünkü seyahat etmeyi, o yerlerin atmosferini yaşamayı, tarihinde yolculuğa çıkmayı sevsem de çantamı alıp yola atılmıyorum. (Keşke öyle bir yolculuğa çıksam.)
Tutkumu keşfederken biraz daha genele baktım. Vaktimi ayırırken zamanın nasıl geçtiğini anlamadığım tutkum ise kendimi ifade edebildiğim mecralardı. Kendimizi en kolay ve hızlı ifade ettiğimiz mutlak konum sosyal medyaydı. Bu yazıda sosyal medya ile kendimi ifade etme tutkumdan bahsedeceğim ama bu sadece sosyal medya ile sınırlı olan bir tutku değil aslında. Bazen sohbet ederken gelecek hakkındaki bir senaryodan bahsetmek, çoğunluğun farklı düşündüğü bir fikri savunuyor olmak da buna dahildi, bir projenin sunumunu yapmak da.
Instagram’dan üç aydır, Linkedln’den sekiz aydır elimi eteğimi çekmiştim. Sebebi ise artık kendimi daha verimli uğraşlara vakit ayırmak, bir resmi seçerken saatlerce o resmi ve insanların tepkisini düşünmekten alıkoyamamaktı. Neden kendimi, gittiğim etkinlikleri, gördüğüm yerleri şuursuzca paylaşıyordum sorusuna gurur duyduğum bir cevap bulamamamıştım. Bunu okurken tabii ben estetik fotoğraflar çekiyorum, ilham verici işlerle uğraşıyorum diyebilirim. Ama gerçekten yaptığım eylemler insanlara ilham verecek eylemler mi? Sosyal medyada paylaştığım şeylerin ne kadarını kendim için yapıyorum? Gerçekten insanların hayatlarının sadece parlak olduğu kısımlara şahit olmak, hayatımda gerçek anlamda yeri olmayan kişilerle etkileşime girmek zorunda mıyım? Bu sorular beni bu mecraları kullanmamı kısıtladı. Kendimi bu tutkudan mahrum bıraktığım süreçte yakınım olmayan kimseyi görmedim. Arayıp sorma yakınlığında olmayan kimse de benden haberdar olmadı.
Sosyal medyasız geçirdiğim bu zaman aralığı aslında yargılarımın ne kadar keskin ve eleştirel olduğunu gösterdi. Kendimi ifade etmeyi seviyorum, uzak mesafedeki insanlarla etkileşimde bulunmak beni sosyalleştiriyor ve fiziksel olarak hemen ulaşamayacağım insan ve yeni fikirlere de beni yakınlaştırıyordu.
Sosyal medyamdaki ben, kaygısızca göstermek istediğim taraflarımla bendim. Göstermek istediğim yanların takdir edilmesi beni mutlu ediyor ve devam etmemi sağlıyordu. Belki de hayatımı paylaştığım anlarla kendimi ifade ediyordum. Varlığıma dair izler bırakıyordum. Sosyal medya kendimi ifade etmem için bir araçsa aracın yakıtı beğenilmekti.
Tekrar kullanmaya başladığımdan beri görülecek onlarca yeni yer, eşsiz çalışmalar, gelecekte olmak istediğim kişiye dair bana ilham veren paylaşımlar görüyorum. Paylaşımların ilham veren ve harekete geçiren yanına şahit oluyorum.
Belki en başında içeriklerimin niteliği benden, bulunduğum yerlerden haber vermek değil de anlam yükleyebildiğim içerikler olsaydı bahsettiğim sorgulamaları da yaşamayabilirdim diye düşünmekten kendimi alıkoyamıyorum.
Sosyal medyanın yokluğu beni, kendimi ifade etmenin farklı yollarına yönlendirdi. Vakit ayırarak hazırladığım ve tükettiğim içeriklerin kalitesini ve gerçekle uyumunu sorgulamaya başlıyorum. Kendimi daha filtresiz, tarihe bugünkü benden iz bırakacak şekilde paylaşıyorum. Sanırım bu yolculuktaki ilk resmi adımım da aslında şu an okuduğunuz bu yazıyı yazmak oluyor. Çünkü bu alan benim adıma ve ben burada kendimi ifade etme tutkumu besleyebiliyorum ☺