Tutkulu Tutkularımız(!)
Şubat 3, 2024
Kendini İfade Etmek
Şubat 3, 2024

2007 Yazı 

Konuk Yazar : Emre Biri


Tüm hikâye Süheyla teyzenin müstakil bahçesinde içtiğim kahve ile 2007 yılının yazında başladı…
9 yaşlarımda akşamüstü sol çaprazımızdaki komşumuz olan Süheyla teyzenin evine konuk olduk, arka planda mahallede voleybol oynayan abilerin sesleri, gün batımına yaklaşan gün…
Bize ikram edeceği az şekerli türk kahvesinin kokusu mutfaktan geliyordu, heyecanlı bekleyiş eski bir sehpanın üstüne konulan tepsi ile son buldu. İlk kahvemin olduğunu biliyordu ve bana heyecanlı bir şekilde kahve içen çocuklar kara olur diye şaka yapmıştı. Aldığım ilk yudum büyük insanların keyifle içtiği bir içeceğe benzemiyordu, acı bir kahve o gece uykumu kaçırmıştı. Kahve ile ilgili yazı yazmaya başladığımda aklıma gelen ilk anının bu olması, şuan nitelikli kahvenin peşinden koşan ben için çok şaşırtıcı geldi, hâlâ da tebessüm ederek bu satırları yazmak uzun zaman sonra iyi geldi diyebilirim. 

Kahvenin hikâyesini illaki hepimiz bir yerden duymuşuzdur. Kahve birçok kültürde farklı anlamlar, isimler, ritüeller taşımız olsa da ülkemizde de olduğu gibi en koyu sohbetlerin, en samimi ortamların en büyük eşlikçisidir. Günlük yaşamımızın vazgeçilmez parçası haline gelen bu içeceğin tam olarak nereden geldiği bilinmemektedir, fakat inanılan bazı hikâyeler vardır. Kahvenin merkezi olarak kabul edilen Etiyopya’da keçi çobanı olarak bilinen Kaldi MS 800 yılları kadar uzanmaktadır. Keçilerin enerjik ve farklı hareketlerinden şüphelenen çoban, keçilerin kırmızı renkte bir meyve yediğini görür. Merakına yenik düşen keçi çobanı Kaldi, ağaçtan topladığı kırmızı renkteki meyveleri yemiştir. Kendindeki bu değişimi gören çoban bu meyveleri keşişlere götürür. Rahiplerse bu meyvenin şeytanın işi olduğunu düşünerek meyveleri ateşe atarlar. Ateşte yanan kırmızı meyveler ortama çok güzel ve leziz bir koku salar. Bunu gören rahipler ise hatalarını anlayıp bu kavrulmuş meyveyi saklamak için sıcak su ile saklama kararı alırlar. Rahipler, gece ibadetleri ve dualar sırasında uyanık kalmalarına yardımcı olan bu meyveyi yaşantılarına sokarlar.

Kahve Yemen’den gelir, Bülbül çimenden gelir, diye bir söz vardır. Kahvenin Yemen’de

yetiştiğine dair fikirler zihninizde canlanıyor olabilir fakat asıl vatanı olarak Etiyopya, Habeşistan olarak olduğu düşünülmektedir. Yemenli tüccarlar bu aromatik güzel meyveyi ticari Bir başarı olarak  önce Arap ülkelerine, sonra da Osmanlı Devleti’ne bir kültür olarak katabilmişlerdir. Türk kültürüne kahvenin Osmanlı Sultanı Sultan Süleyman döneminde girdiği saray kayıtları ile günümüze geldiği bilinmektedir O dönemde kahve çekirdekleri çuvallarla gelip evlerde kavrulmuş, bakır el değirmenlerinde çekilerek toz haline getirilmiş ve daha sonra da tadını versin diye sıcak suda kaynatılmıştır.

 Kahvenin sert bir içimi vardır, kimisi mırra kimisi ise acı kahve diyordu. Kahve, 11. yüzyılda Habeşistan’dan Yemen’e, oradan da ise Arap Yarımadası’na yayılmıştır ve “qahwah” adıyla bilinmiştir. Dünyanın ilk kahvehanesi ise 1475 yılında şu anda yaşadığımız şehir İstanbul olarak bildiğimiz Konstantinopolis’te açılmıştır. Günümüzde her gün tonlarca kahve dünya genelinde farklı tekniklerle evlerde, sokaklarda, dağlarda, bayırlarda kaynatılıyor ve içiliyor. yeryüzünde suyun ardından en çok tüketilen içecek olarak kabul edilen kahve, günümüzde 

 her gün dünya genelinde farklı tekniklerle evlerde, sokaklarda, dağlarda, bayırlarda kaynatılıyor ve içiliyor. Daha fazla detayına inmeden şu sözlerle bitimek isterim. 

Kahve Yemen’den gelir/ Bülbül çimenden gelir/ Yari güzel olanın havar/ Her gün hamamdan gelir … Kahveyi kaynatırlar/ Fincana damlatırlar/ Sahipsiz aşıkları vururlar, ağlatırlar. … (Anonim) 



Paylaşmak Güzeldir: