Floransa’dan Roma’ya giden, giderken yaktığı yakıtı verdiğimiz üç kuruş bilet paralarıyla nasıl karşıladığını anlamadığım bir otobüsteyim. Şoför yolun üç buçuk saat sürmesini bekliyor, ben en az 4 saati bulur diye iddiaya giriyorum herifle, heriften habersiz. İtalyanca bilsem haber vereceğim ama 4 saatte dili öğrenmem mümkün görünmüyor.
Floransa’yla Roma arasında herhangi bir noktada olmanın keyifli sarhoşluğu var üzerimde. Otobüsün camları gıcır gıcır, yol hiç bitmesin istiyorum. Yanımda rahatsız edici bir tip yok, mutluyum. İçimde bir tane var yalnızca, mağdurum. Camdan bereketli Toskana kırlarını seyrederken uyuyakalmaktan ürküyorum ve sonra ne kadar ufak şeylerden ürktüğüme şaşıyorum. Ürktüğüme şaşmam hakkında belirgin bir his duymuyorum, orada noktalanıyor takısız duygu zincirim.
Roma’ya varıyorum, varışım en taze ayrılığımdan 3 saat 50 dakika sonraya denk geliyor. İddiayı tatlıya bağlıyorum şoförle içimden, tatlı tatlı iniyorum otobüsten. Bir bilet alıp başka otobüse atlıyorum. Roma maçı varmış birkaç saate, otobüste Roma atkılı çocuklar görüyorum. Bilsem ben de giderdim belki ama kimse maçtan haber vermedi bana. Beni Cengiz Ünder sanmasınlar diye başımı önüme eğiyorum inene kadar. Gurbet elde şöhreti kaldıramazsam da o benim götümü kaldırırsa diye gerekli önlemleri alıyorum.
…
Günlerden Cumartesi, saat akşam 5 civarı. Hostele yerleşip Roma sokaklarında dolaşmaya çıkıyorum. Yer yer soğuk rüzgârlar esse de genel olarak terbiyeli bir hava var şehirde. Belki havadan sudan ben de biraz terbiye edinirim diye umutlanıyorum ama ahlakımın bozulması pek sürmüyor. Cumartesi gecesini boşa harcamamak için etkinlik ararken ‘pubcralw’ düzenlediğini iddia eden bir bara denk geliyorum. İçeride gelenleri Francesca ve Dana isimli biri erkek biri kadın iki tokatçı karşılıyor, kiminden 20 kiminden 30 euro koparıyorlar. Etkinliğin ismi gereği önce bir başka bara gidiyoruz, biraz dans ediliyor ama rastgele yaratılmış avatarlarla dolu bir ortam var. Bacağı sakat olmasına rağmen 50 Cent çalınca kalkıp bastonuyla eşlik eden Gazi Benjamin, figürleriyle oldukça tacizci bir akademisyen havası veren Aksakal Alfonso, 20 metrekarelik alanı tek başına dolduran Viyanalı İvan, iki Barili oğlan, iki Londralı oğlancı ve Garip Kont gibi bir ekipleyim. İçimden “Neyse, kulüpte nasıl olsa bunlardan ayrılırım.” diye geçiriyorum. Çok geçmiyor ki bardan çıkılıp kulübe geçiliyor. Pek büyük olmayan bir salon ve saatler geçtikçe aşırı kalabalıklaşıyor. Kapıdaki elemanlar insanları neye göre içeri alıyor diye düşünürken ortam gece vakti led lambalarla ışıl ışıl gezinen Pendik dolmuşuna dönüyor iyice. Mekânda herkes alan savunması yapıyor, kadınlar dış mihraklardan korunmaya çalışırken oğlanlar başka dış mihrakların ortak çıkmasını engellemeye çalışıyor. Nitekim mekânda kıpırdanılamamakta, son kıpırdanılabilirliği de ben “Kalan sağlar sizindir!” diyerek mekânı terk etmek için kullanıyorum. Terk etmeden evvel kimin ödediği belli olmayan kokteyli kendime ısmarlayıp gecenin hesabını eşitliyorum. Adaleti sağlamış olmanın son derece Jül Sezar hafifliğiyle hostele doğru yürüyorum gecenin 3’ünde veya 5’inde. Google 40 dakikada varırsın diyor, ben en az 50 dakikayı bulur diye iddiaya giriyorum kendi kendine olan kendimle. Nitekim yarısında falan yolu karıştırıyorum ve 55 dakika sürüyor hostele varmam. İddiayı kazanmış olmanın sevinciyle gözlerimi yumuyorum.
…
Ertesi sabah 10 civarı anca uyanabiliyorum. Yabancı memlekette kısıtlı süresi varken geç uyanan Türk gerginliği çökmüş üzerime. Bir an önce hazırlanıp bir bit pazarına gidiyorum, üç beş parça hediye alırım umuduyla. Epey bir şey alıyorum, elin Avrupalısının niçin sabahın 6’sında tezgâh kurup da 3 euro’ya ceket sattığını düşünürken. Bilmeceyi çözemeden yarım bırakıyorum. Genelde böyle olur zaten bana; cevapları noksan sorular bekliyor cebimde. Cevaplarını bulduklarımı başkalarının cebine bırakıyorum, harçlık yapsınlar. Benim cebimden de isimsiz sorular çıkıyor ara sıra, başka puştlar da var demek aynısını yapan. Neyse, cevap bırakanlardan iyidir. Onlar tam orospu çocuğu.
Hostele dönüp sorularla, kıyafetleri bırakıyorum odaya. Dolaşırken yük olmasınlar boşuna. Bir defter, bir kalem, kulaklık ve İtalyan purosu yeterli. Cepleri fazla doldurunca sürprize yer kalmıyor. Adamakıllı bir kalem alıyorum kendime nihayet, günlük kullanım için. Şimdi kalemi günlük kullanmak var sırada. “Allah her günü yazmaya değer bir ömür sürmeyi nasip eylesin.” diyor dışımdan bir ses. İçimden cevap veren bir ses çıkmıyor, ben de “Amen” diyorum.
Navona meydanında kimin için çaldığı belirsiz bazı çanlar çalıyor. Anlatınız, sayın peder! Biraz da İtalyanca atılalım cennetten, başka dilde yanmak da heyecanlı oluyor. Benim için olduğunu hissettiğim çanlardan birini takip edip bir kiliseye giriyorum. Epey kalabalık içerisi, benim çana gelmiş enayiler! Yorgunluktan oturup dua ediyorum, kimi dualarım yaratılışa aykırı kimileri dik kesişiyor. İsa Mesih’in yaşlı gözleri altındayız hepimiz, bize bakınca üzülüyor olsa gerek. Belki de pişman yaptıklarından, soruyorum ama konuşmayı pek sevmiyor. Onun da işi zor tabii. Biz sade insan olmayı beceremezken adam hem kutsal hem üçlü bir durumun içinde sıkışıp kalmış. Tüm bunlar yetmiyormuş gibi adamı bir de her kilisede tekrar tekrar idam ediyorlar. Hristiyan alemi, İsa’dan pek hoşlanmıyor olabilir mi hakikaten?
…
Peder teneffüs vermeden blok işliyor geceyi,
Ders boş diye çıkıyorum dışarı.
Çanıma üşüşen enayiler hâlâ içeride,
Etraf loş diye inanmak da başarı.
Kilisede sanki orgun sesi kısıldı,
Bravo! Peder finale yaklaşmış olmalı
İsa Mesih bu gece tekrar asıldı
Bravo Peder! Hesabın ödenmiş olmalı
Meydanı dinliyorum az biraz,
Bernini laflar biriktirmiş çeşmede
Geçen biri dönüp bakıyor inceden
Bernini öldü ağbi
Hassiktir be Sezai!
Nehri dinliyorum az biraz,
Dualarım Tiber taşmasın diye
Geçen biri dönüp bakıyor inceden
Eskiden göldü ağbi
Hassiktir be Sezai!
Nehre ağlıyorum az biraz,
İlla taşacaksa sebep olsun madem
Geçen biri dönüp bakıyor inceden
Elinde şarap dua edince
Peder bile güldü ağbi!
Hassiktir be Sezai!
Trastevere’ye geçiyorum eski taş köprüden,
Tiber kesiyor, çok uzak hoşgörüden.
Ardımda çıkmak bilmez günahlarım,
Beni takip ediyorlar biraz geriden.
“Yalnızlık Allah’a mahsustur!” diyerek,
Yenilerini eklemek geliyor içimden.
Geçmiş günahlarım bana minnettar,
Yenilerin telaşı okunuyor gözlerinden.
Nannarella’da adım kısalmış tek heceye,
Bu gece son bir defalık Ouz’um.
Garsonlar adımı haykırıyor geceye,
Bağırmayın, buradayız ya kuzum.
Nihayet masada dördüz,
Üçü Macar, dört Türküz.
Hanımlar epeyce kararsız
İçimdeki çocukla ben çok açız
Masada sohbet siyahtan biraz koyu
Karınlar tok, kadehlerimiz dolu.
Şarap verin hanımlara!
Neeem, Aperol Spritz piliizz
Hassiktir be Szalay!
Üç Egészségére, bir şerefe!
Roma’dayım Ferhan ağbi.