Anlamak istedi insan, yeni yeni birçok şeyle karşılaşıyordu. Kendi akışında hayatına devam ederken bir gün neden diye sorduğunda, şimdiye kadar sorduğu neden sorularından çok daha farklı cevaplarla karşılaştı. Normalde basitti akışında nedenleri anlamlandırmak. Sorular birbirini takip ettikçe yadsınamaz bir merak duygusu etrafını sardı.
Gittikçe daha çok öğrenmek istiyor, öğrendikçe sorgulayarak yaklaşmaya başlıyordu. En ilginç olaylardan biri de nedenleri çözdükçe cevaplar tekdüzelikten çıkıyordu. Her sorunun cevabı var olmalı ama bu tek olmalı anlayışından çıkmış, bir soruya verilebilecek onlarca cevapla karşılaşmaya başlamıştı. Daha doğrusu öylesine hayatına giren cevaplar değildi bunlar; soruyor, arıyor ve buluyordu. Her şeye cevabı olanın merakı olmaz, düş içinde olmayan da düşünceyi bulamaz; bunu keşfetmeye başladığı bir yolculuktaydı.
Her sorusuna bir cevap bulacağım merakıyla çıktığı bu yolda birden fazla cevapla karşılaşmak bir taraftan da kafasını karıştırıyordu. Peki, o zaman içlerinden doğru olanlar hangileriydi? Merak ediyor, soruyor, öğreniyor ve bunun tatminini yaşıyordu ama kafa karışıklığı gün gittikçe artıyordu. Çok parçalı yapbozda her parçanın oturması gereken bir yeri olduğunu düşünürken birçok parçanın birbiri yerine kullanılabileceğini ya da birbiriyle uyumlu olduğunu fark etti. Durdu, bu nasıl olabilirdi? İşte o an bir çözülme anı oldu. Tüm cevapları kucaklama cesaretinin başlangıcı olan o an.
Bu farkındalıktan sonra her deneyime merakla yaklaştı. Deneyimlerde ne gibi cevaplar saklıydı, cevaplar kendi yapbozunun neresinde yerleşiyordu? Yapbozu her geçen gün büyüyor ve farklı şekiller alıyordu. Bu, onun gözünde en büyük ve güzel yapboz onun olacak yarışı mıydı? Sordu kendine, düşündü kendi üzerine de. En büyük ya da en güzel yapboz yoktu gözünde, seçimleriyle parçaların kombinasyonu özel kılıyordu onunkini, nicesinin içinde. İyi ki sormuştu.