İnsan doğar, yaşar ve ölür. Bir annenin karnında onca zaman geçirdikten sonra içine dolan hava zerrecikleri, gözüne gelen ışık hüzmeleri ve daha nice duyunu kullanır, dünyada yaşamın başladığını hissedersin. Yepyeni ve keşfedilmeyi bekleyen binlerce deneyim, yüzlerce insan. Hayatta birçok insana eşlikçi olur, birçok insanın da sana eşlik etmesini deneyimlersin. Eşlikçiler; ailen, arkadaşların, öğretmenlerin ve hayatında role sahip birçok insan olabilir. Kimi zaman biriyle yaşadığın kısacık bir an bile bu deneyim sarmalının bir parçasıdır.
Belki de küçüktün, annen seni salıncakta sallıyor ve kulağına şarkılar fısıldıyordu. Başka bir gün evinin önüne çıktın ve hani benim kumdan pastalarım dedin, üzerine onca süsleme yapıp özenle hazırladığın kumdan pastaların bir kedinin de oyuncağı olmuştu. Peki sen oyuncaklarını paylaşmayı seven bir çocuk muydun? Ablanın sana uzattığı ilk oyuncak bebeği hatırladın, evet evet, o bebeğin bir adı da vardı. Sen şimdi büyümüş olsan da o bebeğin anıları bile yüzünü gülümsetmeye yetmişti. Paylaşmak ne güzel şeydi. Şimdi anıların eskide kalmış gibi hissediyor ve küçüklüğünün içinde büyümeyi kavramlandırıyordun. Evet bebeğin varken küçüktün, peki şimdi büyümüş müydün? Zaman insanı büyüten bir olgu muydu?
Belki de ergenliğe girdin, arkadaşlarınla okul koridorlarında salınıyor ve onlar kulağına dedikoduları fısıldıyordu. Ertesi gün kim, nerede, kiminle neler konuşmuş her şeyi masaya yatırıyor, üzerine hararetli bir tartışmaya başlıyordunuz. Peki, senin için başkalarının nasıl davrandığı gerçekten önemli miydi? Çocukken bir saklambaç oyununda arkadaşlarının seni nasıl eleştirdiğini hatırladın, bir an duraksadın ve o küçük çocuk değilim artık dedin. Sanki hiçbir şey artık kalbini kıramazdı. Zaman geçiyordu, erkek arkadaşın tahmin edilmez bir şekilde canını yaktı ve evet bu senin ilk aşk acındı. Acın hafiflemeye başlayınca düşündün, daha büyüyememiş miydin acaba? Fiziksel ya da ruhsal acı çekmeyince büyümüş mü oluyordu bir insan?
Belki de yetişkinliğe adım atmıştın, 18 yaş doğum gününde bir sürprizle karşılaşmış ve o an sana yeni hayatın için hayaller fısıldıyordu. Sonra, bir koca sınav yılını geride bırakmış ve sonuçların açıklandığı o güne gelmiştin. Evet, üniversite tercihini yapmış ve yeni okuluna ilk adımını atmıştın. Yeni yaşamaya başladığın yerde sadece kendinden sorumlu oluyor, ya galiba büyümek böyle bir şey diyordun. Her şeyi tek olarak halletmenin zevkini yaşıyor, sanki hayatta kendinden başka kimseye ihtiyacın yokmuşçasına bir dünya deneyimliyordun. Sonra büyük bir tökez geldi, önce sendeletti, sonra düşürdü seni. Tabii ki kalkardın, çünkü büyümüştün. Ya kalkmam çok uzun sürerse diye korktun, tökezin ne olduğundan bile bahsetmek istemiyordun. Düştüğü yerden kalkınca mı büyüyordu insan, ya da en hızlı kalkanlar en çok büyüyenler miydi hayatta?
Belki de evlenmeyi tercih etmiş, sevgilin kulağına evlilik sözcükleri fısıldamış ve yaşamının kalan süresini bu kişiyle geçirmeye karar vermiştin. İşten eve geliyor, bu kişiyle yaşamını ve tüm deneyimlerini paylaşıyordun. Bir gün bir bebeğinin olacağını öğrendin, beklediğin ama sürpriz olarak gelen bir andı. O zamana kadar biriktirmiş olduğun her insanla paylaşmıştın bu haberi. Düzene oturttuğun hayatında sanki yeni bir sayfa açılıyordu. Zaman aktı ve bu sayfa açıldı da. Artık yepyeni bir role soyunmuştun, çocuğunun güçlü ebeveyni. Evet, hayatının bu zamanlarında büyümek tam da güç demekti senin için. Hayatın değişiyor ama sen de ipleri tüm gücünle elinde tutuyordun. Artık tüm tecrübelerinle yıkılmaz bir duvar gibiydin, bir gün çok sevdiğin birinin ölüm haberini aldın. Duvarın yıkıldığını ve tüm ipleri elinde tutamayacağını hissettin. Büyüdüğünü tam anlamıyla hissettiği zaman bile büyümüş olabilir miydi insan? Peki, o zamanda hangi kavramlarla ilişkilendirir büyümeyi?
Belki bir gün yaşlanmıştın, aynaya baktığında ayna sana saçlarında siyah tellerden çok beyaz tellerin olduğunu fısıldıyordu. Korkmak mı gerekirdi? Çünkü ortalama bir insan ömrünün sonuna yaklaştığını düşündün. Ölmekten hiç korkmamıştın belki de, peki ya unutulmak? İşte bu seni derin düşüncelere itti. O günü tek başına geçirmek ve biraz düşünmek istemiştin. Yürüyüş iyi bir fikir olabilirdi, sahile attın kendini. Yürüdün, yürüdün ve yürüdükçe de düşündün. Yorulup bir banka oturduğunda şimdiye kadar yaşadığın birçok güzel an geçti aklından. Sanki her şeyi görmüş, geçirmiş gibiydin. Şimdiye kadar yapmam dediklerini yapmış, yapmaz dediklerinin yaptığını görmüştün. Hayat bir olasılıklar bütünüydü artık senin için ve sen büyümüştün. Bir anda gözün karardı ve gözünü açtığında bir hastanedeydin. Her şeyi görmüş de vücudunun bu kadar yorulmaya dayanamayacağını görememiştin. Büyümek genel bir öngörü sahibi olmak mıydı ya da artık her şeyi önceden tahmin edebilir olmak?
Belki bir gün hayatın yarıda kesilmiş olabilirdi, sense her kaç yaşındaysan büyümeye atıflarda bulunmuş ya da üzerine hiç etraflıca düşünmemiş biriydin. Belki farkında dahi olmadan toplumun sana dayattığı büyüme kalıplarının içine giriyor belki de kendi büyüme kalıplarını kendin belirliyordun. Sordun, gerçekten de büyümek ne demekti ya da bir tanım çerçevesine sığar mıydı? Büyümenin tanımı kişiden kişiye değişebileceği gibi toplumdaki genel yaş ve kültür kalıplarına göre de şekillenebilirdi. Sen de biliyordun yaşın kaç olursa olsun büyümeyi tanımlamayı istemek, kendinin ya da başkalarının tanımına göre davranmak senin elindeydi. Sonra nereden geldiğini anlayamadığın bir fısıltı daha geldi: ‘Büyümek; ne zaman, kimin yanında ve nasıl davranmak istediğini bilmekti.’’