Her ay bir öykü kaleme aldığım zaman yeni bir kapı açılıyor önümde. Sanki temiz bir sayfa açıyorum ömrümde. Bundan olsa gerek yazı yaratım sürecinin bunca sancısı…
Perdenin üstünde, iki saattir kıpırdamadan duran şu sinek ne hissediyorsa aynını hissediyorum. Üretmiyorum, tüketmiyorum, okumuyorum, çalışmıyorum. Bütün insani yetilerimi kaybettim. Birazdan televizyona yapışıp ölecek olan şu sinekten hiçbir farkım yok. Gerçi çoktan ölmüş olma ihtimalim de yüksek.
Herkesin herkese baktığı ama kimsenin kimseyi görmediği bir mahallede yaşıyorum. Evlerin karşılıklı dizildiği, akşam yemeklerine mutlaka karşı dairenin kavgasının misafir olduğu, gece uyumadan perdeni örtmezsen sabah karşı evdekilerle göz göze uyandığın bir mahalle. En kenarından. İnsan böyle bir yerde büyüyünce geleceğe fazla anlam yüklüyor. Ben de yükledim ve gözümde büyüyen bir hayata büyüdüm. Hayat ise benim gözümde büyüttüğümün tam aksi istikamette seyreden bir yolmuş. Yolculuğumun yarısında fark ettim.
Gözümde büyüyen bir hayat dedim ya, çok fazla anlam yüklemiştim de ondan. Sanki yirmili otuzlu yaşlara geldiğimde bu anasını sattığımın düzenini tam tersine çevirebileceğim. Kendimi, başarımı, zekâmı, hırsımı, varımı yoğumu ispatlarsam olacak! Bir şeyleri ispatlamanın sonu yok, sürekli kendini kanıtlamaya çalışmanın manası da yok faydası da. Kimse beni bu konuda uyarmadı. Ömrüm bu boktan uğraşlarla geçti. Yıllarca paralandıkça paralandım. Hatalarımdan ders çıkarmadığım gibi tecrübe de edinmedim. Bu böyle sürdü ta ki en büyük hatamı en doğru zamanda yapana kadar.
İşe yeni başlamıştım, evden işe işten eve bir hayatım vardı. Hayatım olmadığı için böyle bir hayatım vardı da diyebiliriz. Sonra iş yerinde biriyle tanıştım, yavaş yavaş mutlu olmaya benzer hisler hissetmeye başladım. Tanıyamadım da hisleri, his hafızamda kayıtlı olmadıklarından olsa gerek. Hâlâ işte yeni olduğum için atak da yapamıyordum. Sesi en çok çıkan horoz olsam bile bu çöplükte yeniydim. Sesim de çok çıkmazdı zaten, neyse. Sonra olanlar oldu zaten, hayatımın hatası hayatım oldu. Evet, aşk.
Bir aşk bir de açlık insanı daha çaresiz o yüzden daha zeki yapıyor. Seray ile birlikte hayatım tam olarak bunlardan ibaretti. Öyle hızlı girdi ve öyle hızlı çıktı ki hayatımdan geriye bana dair bir şey bırakmadan… Öldü Seray. Kaderimdir benim, evimden, mahallemden, memleketimden kalma bir kaderdir bana ölüm. Çok anlam yüklemem çok da garipsemezdim. Ama Seray göze batan bir gösterişle gitti. Ve öğretti:
İnsan hayata bir bakış fırlatmalı ve görmeli, ölümün tek hakikat olduğu bir denizde boğulmak gibisi var mı?