Konuk Yazar: Kardelen Beydoğan.
Begonvillerin süslediği pencereme oturdum. Duvardaki saatin tık tık sesleriyle karışan kalbimin atışının ritmini bir süre dinledim. Belki bir tık, belki iki… Saymayı bıraktım, uzaktan arabasının motor sesini duyabiliyordum. Saatim acı bir feryat gibi ötmeye başladı. Sakin olmalıyım, sakinim ve köşede beyaz arabası göründü. Gecenin karanlığına inat olsun diye mi beyazdı arabası? Yoksa ben net seçebileyim diye mi ? Az ilerdeki direğin önüne ustaca arabasını park etti. Saatimden bir-iki belki üç tık sesi yine duyuldu. “Neyi bekliyorsun be adam?” diye bağırdı kalbim. Sadece ben duydum ne acı. Arabasının kapısını açtı, yakalanma korkusuyla bakışlarımı kaçırdım. Gecenin karanlığında bir sokak lambasının altında parlayan adam, ben sana az mı yandım? Arkaya ilerledi, “Şimdi bagajdan çantasını alacak.” dedi iç sesim. Öyle de oldu ölüm sessizliği ve hissiz bir adam… Adımları dışardan bakan birine göre hızlı, ama ikimizden başkası bilmiyor ayaklarının geri geri gittiğini. Sağ elini kaputa yasladı. Uzun uzun merdivenler çıkmış gibi derin derin soluk aldı. Gözlerim kalbini tutan sol eline kaydı. Oradaydı hâlâ, o dövme. O an bir dövme olmak istedim. Kemikli parmakları üstüne işlensem ve asla silinmesem… Dövmeyi mi kıskanıyorsun şimdi, dedi iç sesim. Evet diyemedim. Gözleri aniden penceremi buldu. Perdenin arkasında saklanmış, onu izliyordum. Işıkları kapatmamıştım. Siyah saçlarımın seçildiğine emindim. Birbirimize yakın ama bir o kadar uzaktık. Gözlerinin bende olduğunu net anlayabiliyordum. Gözlerimi, yüreğimi, bedenimi ve ruhumu delen iki adet ok. Bir süre birbirimize baktık. Perdenin sağ köşesi avucumda kırışmıştı. Elim terledi bedenimi rahatsız bir dalga sardı ya da bir ateş, bilemiyorum. Nefes alamadığımı hissettim, yüzüm eminim çok komikti ya da ben öyle sanıyordum. Bir cesaretle perdeyi açtım. Üst bedenimi hafif aşağı sarkıttım. Derin birkaç soluk aldım. Bir şeyi de becer, dedi iç sesim, gördün mü yakalandın işte. Onu duymadım. Bu sokakta şimdi sadece o ve ben vardık. Kalın dudakları aralandı, elini hızlıca kalbinden çekti. Bir iki adım attı, aniden durdu. Etrafına hızlıca bakındı. Seni durduran ne, diye soramadım. Cevabı belliydi. Adımları bu sefer geri geriydi, bana koşan adam benden mi kaçıyordu? Kalbimin şu an kan bombalamadığına yemin edebilirdim. Hatta bence bedenimde bile değildi. An itibari ile ölüydüm. Çantasını tutan parmaklarını biraz daha sıklaştırdı. Çenesini sıvazladı, bu onun dilinde gerginim demekti. Ardından tekrar bana baktı. Bir şefkat, bir merak ibaresi aradım. Gece tüm sinsiliğiyle gözlerine karışmış gibiydi. Ceketinin cebini yokladı. Aradığını bulmanın mutluluğu hemen dudaklarına yerleşti. Saniyelik o yarım gülüş beni dünyanın en mutlu kadını yaptı. Suratına çakmağın gölgesi düştü, ardından bir kıvılcım sigarasını tüttürdü. Bana bakarak bir duman çekti. Başını hafif yan yatırdı, tekrar üfledi. Her adımını incelikle izledim. Sigarasını yavaş mı içti hızlı mı? Bana neden bakıyor? Düşüncelerim beynimi kemirmeye başladı. İzmaritini yere bıraktı, siyah ayakkabısının ucuyla bir iki hareket yaptı. Ona da zulmediyor, dedi iç sesim. Neyse ki kısa sürdü. Arkasını döndü, arabasını kilitledi. Bu sesi sevmedim. Gitmenin habercisi olan hiçbir şeyi sevmediğim gibi. Kollarım üşümeye başladı. Tüylerim ürperdi, titriyor muydum yoksa burası mı sallanıyordu? Bana bakmadan hızlıca ilerledi. Şimdi bir yabancı gibi sırtını görüyordum. Ütüsü bozulmamış ceketi bile bana acımıştı eminim. Evinin bahçe kapısını açtı. Ellerinin titrediğini görmek istedim, son bir bakışını ama yok hâlâ aynıydı. Bende kapanan bahçe kapısının sesi, kızında açılan bahçe kapısının sesiydi… Zamanında aynı şehirde boğulmamışız gibi aynı sokaktan medet umuyorduk. Başka insanlarının hikâyesinde iyi olmayı becerebilen iki insan birbirinde neden kötü olurdu ki? Sokakta kızının “Babam geldi!” sesi yükseldi. Yaşlarımla bu sefer inatlaşmadım. Yanağımla kavuşsunlar, o tuzlu tat beni yaksın istedim. Perdem dışarı çıkmış, rüzgârla dans ediyor umurumda mı? Tüylerim ürpermiş, soğuk benimle bütünleşmiş fark eder mi? Yan evimden kahkahaları yükseliyor, benimleyken bu kadar gülmedin, diyemiyorum.
Kedim Tarkan usulca uzanır şimdi dizime. Başını okşarım, miyavlar. “Ben buradayım, yalnız değilsin.” der. Tarkan’ı öperim ben de. Senden daha vefalı olduğunu yine gösterir bana. Bir plak koyarız gramofona, sesinizi bastırırız. Belki eşlik ederim ben de. Sesimi duymuş olursun böylece.
Begonvilli pencerem gün olur sana küser.
Gramofonum neşeyle tanışır.
Saatim susar, göz yaşım diner.
Bu ev kasveti düşman beller.
Yüreğim sana soğur.
Ellerim üşümez olur.
Dilim güzel söyler.
Acıdan kaçar.
Bir tatlı sözde beni bulur da
Sen beni bulabilir misin meçhul?
Yüreğim ayrılık şarkılarına
Bu saatten sonra sağırdır.
Yürümeye yeni başlayan bebek gibi
Düşeceğini bile bile bir başkasına koşar.
Sana da dilinden dökülmeyen sözlerle
Yabancı bir adam olmanın,
Onursuz bekleyişi kalır.
Rastlarsan mektubuma, dolu gözlerin artık sana kimin çok yandığını eminim hatırlatır. Okurken bir iki damla belki bizim için kâğıdı ıslatır. Bana uzak ama hoş kal.