Gün ağarmadan yola düşmüştüm. Bulunduğum semt şehrin dışına doğru bu yüzden bir yerlere gitmek bana hep fazladan süreye mal olmuştur. Olsun semtimi temiz havasından dolayı seçmiştim zaten ve hala bana bu konforu sağlıyor. Ne garip hava dahi konfor alanına girmiş artık, havaya ulaşmak bile bir mücadele.
Kafamdaki doluluk istemsiz bir hareketle ayaklarıma vurmuş ki farkında olmadan olanca yükümle sokağa varmışım bile. Hava hala karanlık ama ıssızlık biraz azalmış. Bu saatlerin müdavimleri yollara düştü çünkü; öğrenciler, öğretmenler ve köpekler… Bilirsiniz ki sabahın altısında sadece bu üçü bulunur sokakta. Bu yıl da saatlerimiz değişmedi yavaş yavaş dış dünyadan soyutlanıyoruz yavaş yavaş bırakılıyoruz bir başımıza. Evrensel değerlerin önemini vurguladıkça biz, çalıştıkça yana yakıla bu olanlar öyle acıtıyor ki canımı… Birbirimize ihtiyacımız var! Görün şunu artık! Diye bir çığırtkanlık yapsam ne kadar ciddiye alınırım acaba. Bence hiç. Çünkü ben bile ciddiye almıyorum ki kendimi. Ahh şu kendime yalanlarım, şu hep kendimi inkarlarım… Ne ciddiye almaması! Ben kendim için kendi çalışmalarım için yaşamımı tehlikeye atıyorum, öyle ciddiye alıyorum ki… Kendi içimde turnuvalar düzenliyorum benliklerimi savaştırdığım pardon yarıştırdığım. O kadar çok benlik var ki içerde o kadar çok fikir hani başvursalar il olmasa da bir ilçe olabilme izni alırlar o da olmadı köy.
Ana caddeye vardım, köşedeki büfe açmış erkenden kaptım bir su ve sigara. Son kez şehrimi izleyerek çektim içime dumanı. Aç karna içmememi söylerdi yanımda olsaydı, kahvaltımı da hazırlardı. Çayımı hep bergamotlu demlerdi ardından da yanımda yerini alırdı. Şimdilerde dikkat edemiyorum pek mideme ne indiğine. Kişi kaybolmuşken ruhunun keşmekeşinde nadiren dikkat ediyor ne yediğine. Ezdim izmaritimi botumun ucuyla ne olacaksa olsun dedim bıraktım izmariti yerde. 7 adım sadece 7 adım sonra dönüp izmariti aldım yerden ve çöpe attım. Buydum işte ben, hayır biliyorsun dönüp alacağını ne demeye atıyorsun ki! Neden hep bir çatışma hali? Hep bir zıddına gitme hevesi?
Yaklaşan ilk taksiye el ettim. Kadın şofördü. Gülümsedim ve bindim. Çantam yoktu zaten yanıma aldığım. Ne’m varsa doldurmuştum içime. Daha uzağa gidebilecek kadar hafif olmak için de sıyrılabildiğim her şeyden sıyrılmıştım ama. Muhtemelen hafiflemek için sıyrıldıklarım ağırlaşıp dönecekler bana onla, binle sonunda da tonla. Yine düşüncelere dalacaktım durdurdum kendimi içimden bir fotoğraf çıkardım onundu Rüveyda’nın. Nadiren gülmediği bir kare yakalamışlar. Baktım uzun uzun, düşüncelerimi açsam keyifle dinler cevaplar verirdi. Tartışırdı benimle, her akşam kendiyle tartıştığı gibi, uzun sohbetler ederdi önemsenmeyecek bir konu üzerine. Olgular yoktur yalnızca yorumlar vardır çoğunlukla derdi. Yoktu yanımda ama ona gidiyordum, nasılsa bensiz gidemez hiçbir yere.
İndim taksiden, maden işçisinin göğe baktığı gibi baktım karşıma: Dış hatlar giden yolcu. Ne çok beklemiştim bu anı. Sonunda! Derken sola çevirme gafletinde bulundum kafamı ve onu gördüm, ilk aşkımı, tek aşkımı. Rüveyda havaalanları ex aşk çöplüğüdür demişti de inanmamıştım, gerçekmiş.
Sonra bir el kaptı beni taktı sırtına, hızlı hızlı savura savura götürüyor bir yerlere. Fena bir yetişme gayesi içerisinde. Sabah çıkarken unutmuş beni, haklı kız o kadar zaman evde kalınca dışarı çıkarken ilk ne alınırdı bilemedi tabi. Neyse ki annesi hızlı şoförlerden de yetiştirdi beni. Her şeyi bende. Kimliği, pasaportu, parası, kulaklığı. Ondan dedim bensiz gidemez diye.
Onun çok sevdiği küçük kırmızı çantasıyım ben aylardır dinliyorum onu dolapta, izliyorum da bolca. Önemli yerlere beni götürse de dargınım biraz ona, çok çanta aldı bu sıra, bana sıra gelmiyor.
Bu arada aşkım ne yapıyor acaba…