Açıkçası bunu tarif etmeye dilim pek varamıyor. Adlandırması pek zor, tarif etmesi acı verici. “Şey” bile diyemiyorum; ki bir “şey” olacak kadar somut değil, fakat bundan çok daha ulvî. His diyerek genelleştirmek tasvirde kolaya kaçmak olur fazlaca; daha çok bir sancı, bir çaresizlik, korkmuş gözlerle önüne bakıp tir tir titreme… Bir karabasan oturmuş içine, seni hapsediyor döşeğine. Gözlerin pörtlüyor, fırladı fırlayacaklar yerlerinden. Çırpınmaların, yardım çığlıkların yok hükmünde. Uzattığın el kavrıyor boşluğu sıkı sıkıya. Uçurumdan düşecek olsan bilirsin o uzun düşüşün sonunu, bu bahsettiğim uçurumdan da hallice. Sonu görünmüyor, tek bir hakikat var: Azabın sürekliliği.
O zamanda yoksun. O yerde yoksun. Hiçliğinde esirsin.
Sana ulaşmaya, sesimi duyurmaya çalışıyorum. Mektuplarım iletilmiyor, çağrılarım ulaşmıyor mu? İlgine mazhar olmama mesafeler midir mâni, yoksa bana karşı kayıtsızlığın mı? Bütün bu tek taraflı kalmış çaba, nezdinde bir şey ifade etmez mi hiç? Bu kadar nankör olmanın sebebi nedir ki iki gözüm! Bu dizeler mi aracı olur şu çırpınışımın farkına varmana? Oysa ki bana ulaşacak senden herhangi bir emare yetecek şu illetin sevince dönmesine. Gurbet ellerde olmak o kadar da can acıtmayacak olsa gerek, senden haber almak lüksü memleketim olduktan sonra. Seni bana anımsatacak her şeyin düşerim peşine deli divane.
Fotoğrafların, isminin bahsi, hayal meyal kulağıma çalınan sesin, seni bana anlatan ezgiler… Cismen olmasan bile burada, seni bana hatırlatan cisimler koşuyor yardımıma. Haşhaşın, esrarın meftunları gibi sarılırım bütün bunlara. Yokluğuna aldırmadan; çekerek kokularını içime, akıtarak gözyaşlarımı üzerlerine. Belirir gibi olursun gözüm önünde, gülümserim. Sana varmış kadar olurum, az biraz huzurla bezenir ruhum. Cezp olmuş, aciz bir bana yeter de artar böylesi imtiyaz.
Söner yangınım kendiliğinden nihayet. Yakacak bir şey bulamaz azgın alevler, koca orman tuzla buza döner. Ağır is kokusu sarar gökyüzünü, seyyar seyyar dolaşır sahipsiz tepeleri ve usulca göçer bu diyardan. Kimseler duyamaz, göremez, bilemez bu çığlıkları. Belki birileri keşfeder, ete kemiğe bürüyüp anlatır. Ne önemi var ki, bu yakarışlar yanıtını alamadıktan sonra?