İstasyon
Eylül 8, 2018
İllet
Eylül 8, 2018

Bir Çoravanis Tefekkürü

Doğubayazıt’tan Ağrı Dağı’nın semalarına bakarak ayrılıyoruz bir öğle vakti. Damağımızda hala üç farklı medeniyetin mimarisinden izler taşıyan İshak Paşa Sarayı’nın tadı var. Yol tabelalarında sıkça Ermenistan ve İran ibareleri gözüme çarpıyor. İlginç geliyor her mesafe: “Kimler geldi, nasıl geçti acaba buralardan, neler yaşandı bu ufuklarda?” diye devam ettiriyorum merakımı ve heyecanımı. Yanı başımızda, ayağımızın altında medeniyetler; medeniyetleri ayıran ise soğuk tabelalar diyorum. Yola devam ediyoruz.

Bir ikindi vakti bereketiyle karşılıyor bizi Van’ın Çoravanis Köyü. Daha önce kimse bahsetmemişti doğudaki kavak ağaçlarının güzelliğinden, akan ırmakların coşkusundan, kahverengi kayaların yeşille buluştuğundaki parıltısından. Görünen güzellik manasını da anlatmak için hem çabalıyor hem de “kapandıkça açılırım” diyordu. Hemen bir yerli ilgileniyor bizle. Şivesi farklı. Samimiyetle sürdürüyoruz diyaloglarımızı. Muhabbet fedaisi olduğu her cümlesinden belli. Anlatıyor. Eski bir Ermeni köyünde olduğumuzu öğreniyoruz öncelikle, adını o dönemin halkından aldığını. 20.yüzyılın başındaki çatışmalar, savaşlar ve mübadeleler ile köyün değiştiğini anlıyoruz. İran topraklarından bazı aşiretlerin gelip yerleştiği bilgisi geliyor ardından. Hatıratlar peş peşe anlatılırken yağmur ise hep devam ediyor arkada. Akşama erişiyoruz.

Soğuk bir bahar gecesinin içindeyiz. Erek Dağı’nın zirvesinden eriyen karlar ırmağın gürültü senfonisine destek çıkıyor. Hal diliyle çaldıkça çalıyor. Perdemi kenara çekip yatağıma uzanıyorum. “İyi ki şehir merkezinde kalmaya gitmemişim” diyorum Erek’in üstündeki dolunayı izlerken. Kirli beyaz rengi o kadar parlak ki arkadaşımla bakışlarımız buluşuyor. Sohbete dalıyoruz. Diyoruz, bu gece başka. Anı yaşıyoruz. Sonsuza gidecek olanı. Susuyoruz. Uykum kaçıyor. İçime dönüyorum. Dünümü, bugünümü ve yarınımı düşünüyorum. İnsanım ya, en çok yarınımı. Eskiyi örttüğümü fark ediyorum. Bugünün hala kurtulamadığı örtülmüş eskiyi yani. Boşver diyorum. Yarının kıymetli olacak.. önemli olacak.. güçlü olacak.. Dua ettiğimi fark ediyorum. Evin yan tarafından geçen ırmak geceme eşlik ediyor. Sabah ışıklarıyla Erek’e çıkacak olmanın huzuruyla uyuyakalıyorum.

Üç saatlik uykunun ardından başlıyoruz dağın eteklerinde yürümeye. Bu ne ufuk! Bu ne haşmet! Bu nasıl doğu? Sahi burası Doğu. Aya ayak basmış gibiyim. Öyle hissettim. Bundan sonra kendi ayımdı Erek Dağı. Hem bütün gece üstündeki ayı izleyip durmamış mıydım? İlişkilendi işte hemencecik. Kırk beş dakikalık yürüyüşün ardından üst menzillere ulaşıyoruz. Nefesimiz darlansa da takatimiz var zirveye ulaşmaya. Ama sanırım vaktimiz yok. Bolca fotoğraf çekiliyoruz. Yine birbirinden güzel anıları dinliyoruz. Ve gözüme yıkık bir kilise ilişiyor. Ruhaniler akıllı adamlarmış diyorum. Tıpkı bizim mollalar gibi. Sonra aklıma Barla’daki eski kilise geliyor. İlginç diyorum. Bu menzillerin bir bağlantısı olmalı. Olduğuna inanmak istiyorum. Heyecanlanıyorum. Yeniden bolca düşünceye dalıyorum. Mutlu olduğumu her görenin anlayacağı tebessümle hareket ediyorum.

Karnımız acıkıyor. Gün çoktan yükselmiş. Van kahvaltısının güzel merakı içinde unutamayacağım Çoravanis’ten ayrılıyoruz.

 

 



Paylaşmak Güzeldir:

Furkan Çankırı
Furkan Çankırı
Boğaziçi Üniversitesi'nde Eğitim Bilimci olma sürecinde. Hikâye koleksiyonerliği, psikoloji ve yürüme eylemi ile hemhâl olarak kırılgan gerçekliğinde şaşkınlıkla yol almaktadır. Tutkularından biri Eurovision olan yazarımız, dünya vatandaşlığı hayali gütse de fazlasıyla Çanakkale sevdalısı. Biraz hayatı anlama çabası, biraz beşerî kültür, biraz da ne yaşıyorsa işte. Peki ya anlatmasa? Öylesini hiç sevmedi.