Hepimizin hayatında dönüm noktası olarak nitelendirdiği olaylar – kişiler – yerler olmuştur. Benim de oldu. İşimdeki 46. Günüm hayatımın dönüm noktası oldu.
İki çocuklu ailenin büyük çocuğuyum. Bir erkek kardeşim, hayatın tüm gücünü omuzlamış bir annem ve büyük özlem duyduğum bir babam var. İsmim Erdal. Hakkımda bilmeniz gerekenleri yeteri kadar yazdım. Yaşımı soracak olursanız, sormayın.
Tren istasyonunda güvenlik görevlisi olarak işe başlamıştım. Üniformanın getirdiği özgüvenle işimin tadını çıkarıyordum. Her gün yeni yüzler görmenin, birbirinden farklı duygular taşıyan yüzler okumanın zevkine varıyordum. Farklılığa alışınca insan tersi bir durumu anında fark ediyormuş. Ben de onu, üçüncü gününde fark ettim. İstasyona geldiği üçüncü günde.
Güzeldi, çok güzeldi. Yüzünde insanı heder eden bir keder vardı. Gitmeye gelmemişti. Varacak yeri olduğunu da sanmıyordum. Sanki yola çıkmaya değil de yoldan çıkmaya gelmişti bu istasyona. Bu yüzden korkutuyordu beni. Çünkü bu istasyona sadece yolcular gelmiyordu. İstasyonun en ucuna gidip trenden önce raylara atlayan insanlar da geliyordu. Bizim görevimiz kapsamında onlara engel olmak da vardı. Onların yüzünde de hep aynısı vardı. Ölüm.
Bazı insanlar böyledir. Diğerlerine göre çok daha kırılgan. Ölümü sırtlarında taşırlar bir çanta gibi ve yorulduklarında onu öne çıkarırlar. Çantayı sırtlarından almanız zordur, çantayı öne çıkardıkları zaman ellerinden almanız daha kolaydır. Bu yüzden onu bir süre izlemeye kara verdim bekleyecektim. Harekete geçtiği zamansa durduracaktım. Plan basitti. Tutsaydı tabii.
Sabah uyandığımda şaşkındım. Onu görmeyi beklemiyordum rüyam beni şaşırttı. Banyoya gittim. Aynaya baktım, bir sigara yaktım. Giyindim, çıktım. Her gün yürüdüğüm yollar daha bir güzel geliyordu. İnsanlar mutlu geliyordu. Yollar kısa geliyordu. Düşününce yüzü aklıma geliyordu ve boğazıma bir yumru oturuyordu. Çünkü biliyordum bugün gelecekti. Bugün büyük gündü. O trenin önüne atlayacaktı biliyordum. Nerden bildiğimi bilmesem de.
İstasyona geldikten 1 saat 44 dakika sonra geldi. Garip davranıyordu. Heyecanlıydı. Ellerini ovuşturup duruyordu. Pür dikkat onu izliyordum. Trenin en önüne, en önündeki vagona doğru hızlıca gidiyordu. Trenin düdüğü duyuldu. Birkaç dakika içinde gelecekti istasyona tren. Önüne aldıklarını da götürecekti. Adımlarını hızlandırdı. Ben de hızlandırdım. Sonra çizgiyi geçti. Ben de geçtim.
Sonra çok garip bir şey oldu. Öne atıl(ma)dı. Ben atıldım. Onu tutacağımı sanmışken yere çakıldım. Yüzüm değdi demire. Raylar. Buz gibiydi.
Bulutlara değen önce kalbim oldu.