Koç Üniversitesi ANAMED Galerisinde Aralık 2024 tarihinde ziyaretçilere açılan Türkiye’de Bizans Çalışmalarının Serüveni Sergisi, sadece kariyerinde Bizantoloji çalışan ya da ileri düzeyde Bizans tarihi bilenlerin değil; sunduğu etkili kronolojik sıra, kültür kavramının sentezinin çalışma alanında yarattığı etkiler, kültür alanındaki farklılıklara karşı bakış açısı ve yaptığı araştırmalarla tarihin karanlık sokaklarını aydınlatan kişi ve kurumların çalışmalarına değinmesi bakımından amatör takipçilerinin de keyifle takip edebileceği bir perspektif sunuyordu.
19.yy’dan günümüze kadar Türkiye’de Bizans çalışmalarını çizen sergi, araştırmaların Batı’da Hristiyanlık temelli arkeolojik çalışmalarla paralel olarak artış gösteren Bizantoloji alanına ilginin Osmanlı topraklarına yöneldiği aşamada sadece Osmanlı’nın araştırmacılara açık bıraktığı kapıdan değil işgal ve misyonerlik yolundan da girdiğini belirterek dini ve askeri alandaki çatışmanın da merkezinde olduğuna dikkat çekiyor. O dönemde yapılan araştırmaların bilimin objektifliğinin dışına çıkarak oryantalist yaklaşımın kurbanı olduğuna değiniliyor. Osmanlı’da yürütülen Bizans çalışmalarının sadece dini, maneviyatı değil mimari ile birlikte maddi mirasa olan ilgiyi de teşvik ettiği üzerinde durulmuş. Tabii Osmanlı’da da bu alanı araştıran Müslüman Türkler yok değil. Serginin bu bölümünde tarih araştırmalarının objektif bir bakış açısı olmadan sürdürüldüğünde ne kadar tehlikeli bir silah olabileceğini düşünmeden edemiyorum.
Biraz ileride Erken Cumhuriyet Döneminde Türk Tarih Kurumunun kurulması ile başlayan Bizans Araştırmaları, “Yeni bir Türkiye” düşüncesinde Bizans araştırmalarına yönelik bakış açısı anlatılıyor. Biraz içeriğinden bahsedecek olursak sergide ifade edildiğine göre, taze cumhuriyetin odağındaki Anadolu’nun kültür mirasının tamamiyle benimsenişi Bizans maddi mirasını araştırmaya değer görmüş ancak manevi mirası daha doğru tabirle Bizans kültürünü bir bütün olarak araştırmayı Türklerin uygarlık kapasitesini, varlığını göstermediği gerekçesiyle çalışma alanının dışında bırakmıştır. Bu uygulamada Anadoluculuk düşüncesi, Anadolu’da var olan tüm kültürleri kabul ettiğinden Bizans’ı da tarafsızca değerlendirirken, Orta-Asyacı bir bakışın Osmanlı’nın Bizans çalışmalarından etkilenmediği gibi sonuçlarla bu çalışmaların gelişimine engel olduğundan bahsedilmiş. Bu bölümde aynı zamanda Mustafa Kemal’le gelen aydınlanmaya dikkat çekilir. 1930lu yıllarda bilim insanları ve siyasetçilerin Ayasofya’nın müzeye çevrilmesi üzerine ortak kararı; kiliseye çevrilmesi isteğini önlemek, Ayasofya’yı uluslararası siyasette yararlanılabilir kılmak ve laik Türkiye Cumhuriyeti için sembol olarak kullanmak olduğu belirtilmiştir. Ayasofya’nın müzeye dönüştürülmesi sürecinde gösterilen emek görsellerle desteklenerek gözler önüne serilmiş.
Müzenin videolar ile desteklendiği bölümlerde Melek Delilbaşı’nın, 1940lı yıllarda Hasan Ali Yücel’in Köy Enstitüleri paralelinde kurmuş olduğu çevirmen bürosunun; Batı klasiklerinin Türk diline çevrilmesi ile Türk halkının Homeros, Oridotos gibi isimlerle tanışmasına vesile olarak humanizm, aydınlanma görüşünün ortaya çıktığı ifadesi çok ilgimi çekti.
1955’te Celal Bayar himayesinde Bizans tetkikleri kongresi Türkiye’nin dünyada Bizans çalışma alanında kendini sergilemesi bakımından önemli bir adımdır. Geçmişten bu yana yabancı araştırma merkezlerinin ve Türk kurumları ile yabancı enstitüler arasındaki iş birliklerinin Türkiye’de Bizans çalışmalarını genişlettiğine değinilir. Öyle ki ilk zamanlarda üniversitede bu alanda eğitim veren Türk hocalara rastlanmaz. Günümüze yaklaşırken özellikle Hacettepe ve İTÜ’nün Bizans tarihinin inşasındaki önemli rolünün altı çizilmiştir. Ankara ve İstanbul üniversitelerinin çalışması ve araştırmadaki etki alanlarından bahsedilir. Nevra Necipoğlu ile birlikte Boğaziçi’nde önemli Bizans araştırmaları gerçekleşmiştir.
Sergide Bizantoloji alanında uzun süredir çalışan çok değerli isimlerin röportajlarından kısa kesitlerle 7-8 dakikalık videolar oluşturularak çalışma alanının değeri hissettirilmiş ve serginin takibi kolaylaşmış. Bunun yanında sergide harita üzerinden farklı illerdeki arkeolojik çalışmaların yürütüldüğü alanları, üniversite ve müzeleri görebildiğiniz interaktif bir oda tasarlanmıştı, keyifliydi. Serginin devamında Bizans çalışmalarına yıllarını vermiş isimlerin çalışma alanında karşılaştıkları problemleri, hikayelerini dinlemek en sevdiğim bölümlerden biriydi. Kendilerine yöneltilen ortak sorular arasında “Neden bizim tarihimizi değil de yabancıyı araştırdıkları” aslında bir tarafın olmamaması gerektiği şekinde yanıt buluyor.
Sergide, günümüze dek ders kitaplarında Bizans’a ayrılan yerin az olmasının öğrencilerde çarpıtma, dışlama düşüncesini de ortaya çıkardığı ifade edilir.Dini ve milli yönden farklı bir kültür insanların bakışında “öteki” adlandırılmasına maruz bırakılmıştır ve Bizantoloji gibi çalışma alanları sadece pratik alanda değil kuramsal yönden de desteklenmediği, devam ettirilmediği sürece bu bakış açısı sürecektir. Ortaya çıkarılması ve sürdürülmesi çok emek isteyen bu çalışma alanında biz-siz çatışmalarının dışında bir kültür olarak değerlendirmenin önemini bu sergi ile tekrar hatırlıyoruz.