Mardin, bereketli hilal diye de anılan Mezopotamya’nın kuzey sınırında yer alıyor. Dicle ve Fırat nehirlerinin arasında; dağları, taşları, ovaları ile çok renkli bir coğrafya burası. Büyükşehir belediyesi statüsünde olan şehrin merkez ilçesi Artuklu belediyesi. Bu tarihi şehir merkezi; yüksek bir dağın Suriye sınırına bakan kısmında, toprağın sarısıyla uyumlu binalarıyla merdiven gibi dizilir.
Dağın en tepesinde, uzun zirveyi çevreleyen Mardin Kalesi yer alır. Tarihi şehir merkezinin karşısında uçsuz bucaksız Suriye Ovası deniz gibi dinginliğiyle serilir. Birbirini kapatmayan binalarıyla hemen hemen herkes gündüz yeşil, gece masmavi bu ovayı temaşa edebilir.
Kentin ziyaretçileri ise Zinciriye Medresesi gibi kamuya açık müze konumundaki yapılar sayesinde, yerlilerin her gün sahip olduğu imtiyaza kısa süre için de olsa erişebilir. Medreseden aşağıya baktığınızda Süryani kiliselerinin çan kuleleri, yatay planıyla dikkat çeken Mardin Ulu Camii’nin mızrak gibi uzayan, ovayı nazar boncuğu misali süsleyen minaresi tüm debdebesiyle dikkatleri çeler. Eski kentin şehir merkezi taştan dar sokaklarını adımlarken bazı sokak aralarından ova manzarası yine karşınıza çıkar. O vakit insan kendisini sahil şehirlerinin denize açılan sokaklarında hisseder. Mart ayında havanın oynadığı çeşitli oyunlar, ovayı yer yer maviye bürüyerek bu hissiyatı kuvvetlendirir.
Eski Mardin’de Kırklar Kilisesi
Kilise’de halı üzerine İsa motifi
Mardin’in İsa’dan önce devirlerden beri çeşitli medeniyetlerin hükümranlığı altında şekillenmiş. Süryaniler, bugün azınlık kalsalar da, bıraktıkları miras ile Mardin yöresinin tarihi onlarsız anılamıyor. Yörenin her tarafında, nokta gibi dağılmış irili ufaklı pek çok sayıda manastır kompleksi mevut.
Mardin’de bir zamanlar Yahudiler, Ermeniler de önemli sayılarda mevcutmuş. Bugün bu toplumlardan kimse kalmamış. Mardin ili genelinde bugün ekseriyetle Kürt nüfusu yaşamakta. Hoşgörü diye anılan kavram kesinlikle burada somutlaşıyor. Farklı dinlere saygı, Mardin’in kimliğinin ayrılmaz bir parçası. Asırlarca çok kültürlü bir yörede yaşamanın insanlara aşıladığı bir bilinç diyebiliriz. Ancak Hristiyan toplumunun azınlık durumunu da göz ardı etmemeliyiz.
Eski Mardin’de bir sokak
Zinciriye Medresesi’nden Eski Mardin
Eski Mardin ne kadar güzelse, Eski Mardin’i seyretmek de bir o kadar güzel. Mardin gündüzleyin ovadan yaklaşırken üst üste çıkılan sarı-siyah renkli yapılarıyla büyüleyicidir. Ama en güzel ne zaman biliyor musunuz? Geceleyin, sokakların, binaların sarı ışıkları yandığında. Yeni Mardin’den Nusaybin’e dönerken gecenin sakinliğinde, koyu mavi gökyüzü içerisinde loş sarı ışıklarıyla öyle güzel parlıyor ki şehir aklıma yıldızları takip ederek yönünü bulan insanlar geliyor. Eski Mardin de beraber yükseldiği dağ üzerinde gece sarı ışıklarıyla sanki yolculara yol gösterir bir yıldız gibi ışıldıyor.
Şimdi bir de Nusaybin’e gelelim hazır lafı geçmişken. Serhat şehrimiz Nusaybin, Suriye’nin dibinde. Hemen karşısında Suriye’nin en büyük kentlerinden Kamışlı bulunuyor. Hani Doğu Berlin ve Batı Berlin bir duvarla bölünmüştü ya. Nusaybin ile Kamışlı da aynı öyle. Her iki şehir de çok büyük oranda Kürt nüfusa sahip. Hatta Kamışlı’da akrabaları olan pek çok Nusaybinli var. Bazıları Suriye İç Savaşı’na dek Kamışlı’daki akrabalarını ziyarete gidebiliyormuş.
Nusaybin, Türkiye’nin büyük ilçe merkezlerinden birisi. Nüfusu sanıyorum 100.000 ilâ 150.000 arasında seyrediyor. Burası için Mardin gibi eski bir görüntü beklememek lazım. Kent için tarihin ilk üniversitesine ev sahipliği yaptığı tevatürü var ama ayrıca araştıramadım. Bahse konu olan yapı, yine bir Süryanı manastır yapısı ancak ağır bir yıkıma uğramış. Büyük kompleksten geriye yalnız ayakta duran kilise yapısı mevcut.
Müslüman Mezarları
Zeynel Abdin Camii Minaresi
Kilisenin hemen yanında göz alıcı işlemelere sahip Müslüman mezarları ve tarihi bir cami olan Zeynel Abidin Camii yer alıyor. Şehirdeki en meşhur nokta “Kaçakçılar Çarşı” diye anılan, her türlü malı bulabileceğiniz bir alan.
Burada tek geçerli ödeme türü nakit ya da IBAN’a gönderim şeklinde. Tabii, mübalağa yapıyoruz. POS cihazı da yer yer mevcut. Burada kaçak/çakma pek çok saat, güneş gözlüğü bulunabilir. Orijinal iPhone alabilirsiniz vergisiz şekilde.
Ayrıca Ermenistan üzerinden gelen sigara çeşitleri (elektronik, mentollü vb.) veya İran üzerinden gelen kuru yemiş (İran fıstığı mesela, Antep fıstığına göre biraz daha büyük ve dolgun), meyve, sebze, İran menşei ürünlere de erişebiliyorsunuz.
Burada benim için ilgi çekici konseptlerden birisi “taziye evi” konsepti idi. Anadolu’da belediyeler vefat eden kişilerin aileleri için “taziye çadırı” sağlar ya da taziyeye kişinin evine gidilir. Ancak Mardin’de (ve diğer çevre illerde) aşiretler aileleri için kendi aralarında para toplayarak büyük, görkemli denebilecek taziye evleri inşa ediyorlar.
Burada aşiretten ölen kişiler için taziyeler kabul ediliyor. Aşiret kavramı tarihte gericiliği, ağa-maraba ikilemini çağrıştırdığı için pek kulağa hoş gelmese de arka plandaki bazı dengeleri düşündüğümüzde bireysellik yerine toplumcu bir bakış açısının benimsenmesi olarak da yorumlanabilir. Örneğin aynı aşiret içerisinde birileri zengin, birileri yoksul olabilir. Yoksulun cenaze masrafları için durumu yoksa, diğer aşiret üyeleri destek olur. Ya da “kan davası” meseleleri örneğin. Eğer birisi yanlışlıkla öldürüldüyse ileri gelen yaşlılar, bir kan parası kararlaştırır. Bu kan parası da tek bir kişi tarafından değil tüm aşiretçe karşılanır. Sevmesen de istemesen de hatta diğer aşiret üyesini hiç tanımasan bile bir beraber hareket etmeyi dayatan bir sosyal yapı denebilir. Bu açıdan dikkat çekici buluyorum.
Uzak tarihi araştırmak keyifli. Ancak yakın tarih de bir o kadar karmaşık ve ilginç. Nusaybin; Sur ve Cizre ile beraber Çözüm Süreci sonrasında en şiddetli çatışmaların yaşandığı kentlerdendi. Hendek Operasyonları yaklaşık iki sene sürdü. Sanırım Nusaybin en son temizlenen bölge oldu. Ancak bu operasyonların bir de maliyeti oldu tabii. Kentlerin bazı mahalleleri, hatta belki tamamı bu süreçte yerle yeksan oluyor. Suriye İç Savaşı sırasında veya sonrasında Halep ya da başka kentleri görmüşsünüzdür. Bu görüntüler, Nusaybin için de çok farklı değil. Çok sayıda insanın hayatını kaybettiği bu uzun, yıkıcı dönemin ardından kent TOKİ ile tepeden tırnağa inşa ediliyor. Şehrin bilhassa kuzeyi ve kuzey doğu tarafındaki düzenli yapılaşmayı Google Maps üzerinden bir görebilirsiniz. Benim ziyaret ettiğim Nusaybin, her imkâna sahip çağdaş bir şehir merkeziydi. Burası geçmişteki isminden ötürü biraz kötü anılan, özellikle memur kesiminin kaçındığı bir yer şüphesiz. Ancak teyit edebilirim ki bir kişinin görevini icra edebileceği en zevkli mekânlardan birisi.
Ancak yıkımın anıları henüz daha hafızalardan tamamen silinmiş değil, acıların unutulmasına da daha çok var. Hendek Olaylarına ait bir deneyimi orada dinledim, ben de sizlerle paylaşayım. Bugün bir kamu kuruluşunda çalışan, Nusaybinli Kürt birisi evini terk etmek mecburiyetinde kalıyor. Evlerinin olduğu mahalle, o sırada terör örgütü mensuplarınca yuva olarak kullanılıyor. Evden ayrılırken geride kedileri kalıyor. Küçük kızı da kediyi geri almak isteyince dayanamayıp evine geri dönüyor. Kapıdan içeri girip etrafta kediyi aramaya çalışırken arkasından kapı kapanıyor…Daha sonra silahlı örgüt üyeleri ile arasında Kürtçe bazı konuşmalar gerçekleşiyor:”Biz sizin özgürlüğünüz için savaşıyor, siz ise kaçıyorsunuz” gibi konuşmalar. O esnadan başından aşağı kaynar sular dökülen kahramanımıza buraya niçin geldiği soruluyor. O da Midyat’taki annesi babasının yaşlı olduğunu, kendilerine götürmesi gereken eşyaları olduğunu söylüyor. Bunun üzerine evden eşya almak için izin veriliyor. Bulduğu bir çuvala, yakaladığı kediyi en alta atıyor. Üzerine başka eşyalar yerleştirerek evden çıkıyor. Sağ salim evine varıyor.
Aynı kişi bir yakının deneyimini paylaşıyor. Bu daha eski bir hikâye, şüphesiz biraz abartı da var. Mardin bölgesi, özellikle doksanlı yıllar ve iki binli senelerin başında, çok sayıda terör örgütünün aktif olduğu bir alandı. Kişiler eğer yakalanırlarsa onlara “kimden” oldukları sorulur(örneğin PKK, Hizbullah, Develt vs.). Eğer karşısındaki kişiden farklı bir şey söylerse, cezası infaz. Söz konusu arkadaşın bir akrabası, çobanlık yapıyor ve bu sebeple dağlarda hayvanları otlatıyor. Bir kere yakalanıyor. Yakalayanlar da kendisine “kimsin” olduğunu soruyor. Ancak sorgulayanların “kimler” olduğunu anlayamayınca “ben orospu çocuğuyum” diyor. Gülüşmeler sonrasında kurtuluyor, sağ salim evine dönüyor.
Mardin’de hâlen “teröre müzahir bölgeler” mevcut. Geceleyin bilhassa bazı yerlerde bulunmak tehlikeli. Örneğin Beyaz Su isimli bir yer var. Burası çorak, kayalık iki tepe arasında bir vadi. Vadiden Beyaz Su isimli bir nehir akıyor. Beyaz Su, serin ve yemyeşil bir bölge. Burada endüstriyel ormancılık ve tarım yapılıyor. Aynı zamanda baraj da mevcut. Bu bölgeden geçerken karşınıza adeta ikinci bir Mardin, ama daha minyatür boyutta, karşınıza çıkıyor: Kalecik Köyü. Köy, aynı Eski Mardin gibi kayalık bir tepenin üzerine, hakim bir konumda bulunuyor. Yolda geçerken efsunlu bir manzara ile görenleri büyülüyor. Ancak burası girişi pek de güvenli olmayan bir yer. Şu an insan varlığı var fakat bir zamanlar terörün büyümesi sebebiyle bazı köyler güvenlik sebebiyle boşaltılmış. Burası da onlardan birisi. Beyaz Su yolunu takip ettikçe karşınıza daha küçük boyutlu yerleşimler de çıkıyor. Ancak bu köyler tamamen terk edilmiş veya yeni yeni ihya ediliyor. Üçler diye anılan, Kafro Pizza gibi yeni Süryani yerleşimlerine sahip köyler örneğin hâlâ daha girişi zor yerler.
Kalecik Köyü
Dışarıdan Deyrulzafaran
Deyrulzafaran İç Avlusu
Bölgedeki Süryaniler, yine azınlık olmanın da getirdiği bir sebepten ötürü daha çok kendi kabuğuna çekilmiş şekilde yaşıyorlar. Manastırların kimisi aktif, kimisi metruk vaziyette. 1934’e dek Süryani Ortodoks Kilisesinin Patrikliği Mardin’deydi. Daha sonra Şam’a taşınıyor. Buradan bölgedeki Süryani nüfusun önemi biraz daha netlik kazanacaktır diye tahmin ediyorum. Bahse konu Patrikhane, bugün önemli bir metropolit merkezi olan Mor Hanonya (Aziz/Sayın Hanonya adına) Manastır yapısı. Deyrulzafaran Manastırı olarak da bilinir. Etrafında bir vakitler safran yetiştiği için, kendisi de safran rengine benzetildiği için “Safran Manastırı” diye isimlendirilmiş.
Manastır’a Lübnan’dan gelen hediye
Manastır Şapeli
Manastır bundan yaklaşık dört bin sene önce bir pagan tapınağına da sahipmiş. İzla Dağı’nda, aynı tapınağın üzerine bina olmuş. Yapılış senesi manastırın Milattan Sonra 400’lü yıllara dayanıyor. Sayısız işgal (en önemlileri Moğol ve Timur) atlatmış. Yakılmış, sonra tekrar toparlamış. Bugün sakinleyen coğrafyada Suriye düzlüğünü seyretmeye devam ediyor.
Yakın zamanda meşhur olan ancak manastırdan dahi eskiye giden bir mekâna daha götüreyim sizleri: Dara Antik Kenti.
Dara Antik Kenti, büyük bir alanı kaplayan ve bugün ayakta pek fazla yapısı kalmayan bir bölge. Kent, harabe hâlde olsa da hemen yanı başında uzayan, kâgir inşa edilen köy evleriyle bütünlük içerisinde. Sanki şehrin bir kısmı yıkılmış, diğer kısmında hayat devam ediyor. Belli ki bir zamanlar önemi bir nehir akıyormuş içerisinden ama bugün artık kurumuş. Yüksek surları, geniş kent merkezi bugün dahi görülebiliyor.
Dara ve köy
Nekropolis alanı
Şehir içerisinde, bir köy evinin altında keşfedilen devasa bir su sarnıcı mevcut. Sarnıç, bir Yerebatan büyüklüğünde olmasa da bir yer altı su kemeri gibi duruşuyla, başarılı ışıklandırmasıyla muazzam bir atmosfere sokuyor ziyaretçisini. Dışarıdan baktığınızda eski bir köy evinin altında barındırdığı hazine içindeki tezatlık, cazibesini katlıyor. Şehrin surlarının dışında konumlanan, bugün köyün içerisinde yer alan büyük bir nekropolis alanı da bulunuyor. Bu nekropolis alanındaki en önemli anıt mezar, Sasanilere karşı savaşta esir düşüp barış sağlanınca geri dönen Romalı askerlerin savaşta yitirdikleri arkadaşları anısında inşa ettirdikleri nekropol. İçerisinde insan kemikleri bugün dahi bulunabilir. Dara gezimiz de böyleydi.
Zindan diye anılan sarnıç alanı
Dara İçerisi
Kısa bir kapanış yapayım, yoksa yazı daha uzadıkça uzayacak. Mardin gerçekten uygarlıkların beşiği olan, mimari anlayışını tüm yörenin paylaştığı, kendine özgü bir memleket. Yalnızca uzak geçmişiyle değil yakın tarihiyle de merak uyandırıcı. Geldiğiniz vakit erken kalkın ve bir araba kiralayın. Denk gelebilirseniz bölge halkıyla sohbet muhabbet de kurun. İnsanlar cana yakın ve sıcakkanlı. Gün sonunda şüphesiz bol bol anıyla ayrılacaksınız, bunu da temin ederim. İyi gezmeler şimdiden 🙂