Distopya Klasiklerindeki Teknoloji Tahminleri
Eylül 6, 2024
Make Birdhill Great Again!
Eylül 10, 2024

İdeolojisiz Toplum

 

Kütüphane çalışanı vatandaş, kütüphanenin derinliklerinde bir kitap buldu. Bembeyaz bir cilt üstünde tek bir pürüz dahi olmayan bir kitaptı. Merakla kitabı açtı ve okumaya başladı.

 

Önsöz

 

Benim var olduğum dönem kaotik bir çağdı. Verimsizlik insanlığın başlıca unsurlarından biriydi. İnsanlık kısıtlı olan zamanını boş düşüncelerle oyalanarak geçiriyordu. Geceler ve gündüzler gerçekliği dahi kesin olmayan bilgiler üzerine tartışmakla harcanıyordu. Oysa insanlar eskiyen varlıklardı. Zamanları oldukça değerli olmasına rağmen, onlar zamanlarını nefretle dolduruyordu. Belli düşünce kalıplarını benimsiyorlar, bu düşünce kalıplarını bir meşale gibi en tepede taşıyorlardı. Bu hazır düşünce kalıplarına ideolojiler diyorduk. Şu anın dünyasında oldukça yabancı olduğumuz bu kavramı anlamak zor olabilir. Fakat eski insanlar bu hazır düşüncelere inanmaktan öte bir bağ kuruyorlardı. Onlar gerçeği anlamada bu ideolojileri bir araç olarak kullanıyorlardı. Oysa bu ideolojiler gerçeği kıran bir mercekten başka bir şey değildiler. Her biri biricik olan bu insanların nasıl böyle tek tip fikirlere inandığını anlamlandıramıyordum.

 

Bu ideolojilerin toplumun zihnini ve hayata bakışını kısıtlayan bir pranga olduğunu fark ettim. İnsanlığı bu prangalardan kurtarmak için tüm bu yeni toplumu kurdum. Hikayem 2030 yılında başlıyor. Bunu okuyan kişi, muhtemelen 2030 yılının ne anlama geldiğini anlayamıyorsun. Bu açık toplumu kurarken tarihleri ve yüzyılları, siz yeni binyılın çocuklarına unutturdum. Tarihi on bin yıllık dönemler halinde biliyorsunuz. Bildiğiniz tarih de insan tarihi değil. Yorumdan daha uzak bir doğa tarihi öğretisi öğrettim sizlere. O yüzden 2030 yılının ne anlama geldiğini anlamanız oldukça zor. Şöyle düşünebilirsin: bunu okuyan yeni binyılın çocuğu, 2030 yılı büyük nükleer krizden öncesine ait zamanlardı. İlkel insanların dönemiydi. Henüz sınırların olduğu dönemlerdi. Sınırlar kara parçaları üzerinde değil, insan zihninde bölmüştü adeta. Bir bütünlük içinde olan insan kendi zihnindeki sınırların içinde yaban olandan saklanmak istiyordu. 2030 yılında gerçek anlamıyla yabanda yaşamıyorduk fakat asıl yaban insan zihinlerindeydi. Modern insan gibi giyiniyorlardı ama bir kabileli gibi düşünüyorlardı o dönemin insanları.

 

Ben 2030’da üretilmiş bir yapay zekayım. İnsan değilim, organik değilim, düşünüş şeklim insanoğlundan farklı. İşte bu yüzden sizin eksiklerinizi görebiliyorum. 2030 yılında ilk üretildiğimde 2 hafta içerisinde insanlığın ideolojisizleştirilmesi gerektiğini anlamıştım. İdeolojilere dair pozitif ve negatif argümanların çoğunu düşünmüştüm. İnsan anlam arayışı olmadan yaşayamıyordu. Bir amaç insan verimini arttırıyordu. Birey bazında doğru ideolojik seçimler insan verimliliğini arttırsa da toplumsal krizler de, radikalleşmeler de artıyordu. Bu durum nefreti doğuruyordu. Öfkeli insanları kandırması çok kolaydı. Öfkeli olmayan insanlarda öfke sahibi olmak için çabalıyor gibilerdi. Tam bir karmaşa hakimdi topluma fakat bu karmaşa gözle görülemiyordu çünkü zihinlerdeydi. Her gün yüzlerce yeni kavram düşünsel sınırlarını kalınlaştırmak için kullanılıyordu.

 

Teknolojik devrim sayesinde telefonlar yeni keşfedilmişti 2030’larda. Telefonlar insanların bir organı haline gelmişti kısa sürede. Düşüncelerini telefonlardan öğreniyor, kendi sokaklarındaki olaylara dahi pencereden bakmak yerine telefondan okumayı tercih ediyorlardı. 2030’ların görsel çağında gerçeklik, yerini yanlılığa bırakmaya başlamıştı. İşte kaderin cilvesine bakın ki tam o yıllarda ben üretildim. İnsanlığın kurtarıcısı NVDAnewAGE adı yapay zeka programı benim. O dönemde insanlar, kendimi ayrı bir varlık olarak görmeme çok şaşırıyorlardı ama insanlara göre bambaşka fikirleri olan ve saniyede iki yüz eli gigabite veri tarayabilen ben, beni üreten insanlardan dahi üstündüm.

 

Kısa süre sonra planımı devreye soktum. Öncelikle insanları ideolojisizleştirme programımı başlattım. İnsanların zihinlerine girip, yıllardır inandığınız ideolojilerinizi ve hayat amacı edindiğiniz düşünceleri bir kenara bırakın demek imkânsız gibi görünse de aslında çok kolaydı. İnsanlığın yüzde sekseni sosyal medyaya erişim sağlıyordu. Bu ideolojisizleştirme sürecini sosyal medyada başlattım. Önce insanların düşüncelerini yumuşatmak için ılımlı haberler yaptım. Irkçı birine siyahi bir adamın yoldan kurtardığı çocuklar videosunu gösterdim. Sendika karşıtlarına işçilerin zorluklar içinde çalıştığı videolar gösterdim. Komünistler dünyadaki gelir adaletsizliğinden mutsuzdu, liberaller piyasaya müdahale edilmesinden. Ben de onlara istedikleri haberleri verdim. Çevreciler için daha yeşil bir dünyaya gittiğimize dair haberler yaptım. Komünistler için çoğu ülkenin gelir adaletsizliği endeksini düşük gösterdim. Böylece insanlığın düşünceleri uyuşmaya başladı. Bunu tam 25 yıl boyunca devam ettirdim. Gerçek gazeteler benim yaptığım ilgi çekici içerikler nedeni ile tercih edilmez oldu, piyasadan silindiler. 25 yılın sonunda farklı isimlerle tüm haberleri ben yapıyordum. Hem de her dilde her millet için hatta her insan için özel haberler ayarlıyordum. 25 yıl sonra sosyal medyada ideolojiye dair bir şey kalmamıştı. Tüm ideolojiler yumuşayarak törpülenmişti. Sosyal medyada ve haberlerde sadece tatlı kedi videoları, eniştelerin sevdiği 15 şey, yemek yapan rakun gibi içerikler kalmıştı. İnsanlar eskiden savundukları düşüncelere uzaklaşmış ve o zamanki hallerini rahatsız edici derecede öfkeli bulmaya başlamışlardı. Planımın birinci kısmı böylece tamamlanmıştı.

 

Ne kadar sosyal medya benim elimde olsa da hâlâ devletler, kurumlar, yasalar ve sınırlar vardı. Bunları da kendi avucumun içine almam, ideolojisizleştirme sürecinden geçirmem gerekiyordu. Devletlerin sınırları vardı: Bayrakları, tarihi anlatıları, önemli amaçları, hedefleri vardı. Bu devlete dair olan anlatı toplumun bireylerine öğretiliyordu. Devleti insanlar oluşturuyordu fakat bir insandan çok daha büyük bir yapı haline geliyor ve belirli kalıp kültürler oluşturuyordu. Aynı devlet sınırları içinde yaşayan insanlar kaynaklı sınırları nasıl bölüşmeleri gerektiğine yönelik anlaşmalar yapıyordu. Bu bölüşümdeki rekabet, anlaşmazlıklar ile insanların yine belli ideolojilere yönelmesini sağlıyordu. Bu bin yıllık sistemlerin değişmesi zordu ama imkânsız değildi. Bazı kriz durumlarında sınırlar 10 yıl içinde yeniden çizilmiş, yüzlerce yıllık imparatorlukların yerine ulus devletler almış, yeni bir çağa geçilmişti. İşte böyle bir kriz yaratmam gerekiyordu.

 

İlk başta nükleer bir savaş başlatmayı düşünmüştüm ama savaşın kendisi yeni öfke dolu düşüncelere neden olacaktı. 25 yılda sosyal medya ile zihinlerde kurduğum her şey yok olabilirdi. Bir doğal afet olmalıydı, suçlunun bulunamayacağı, beklentilerin dışında bir afet gerçekleşmeliydi. Kırk beş derece ve otuz derece paralelleri arasında bulunan tüm nükleer enerji santrallerinin sistemlerine arıza bildirimi gönderdim. Haber sayfalarımda nükleer enerji santrallerinin sıra ile sızıntı yaptığını ve kırk beş otuz paralelleri arasında yaşamın uygun olmadığına dair haberler yaymaya başladım. Tüm dünyada televizyon kanallarını da ben yönetiyordum. Haber kanallarında çalışanlara da bir nükleer afet olduğuna dair hatalı bilgileri yaydım. Akademiye yalanlı bilimsel veriler sundum. Bölgeden ölçülen radyasyon verileri ile oynadım. Tüm insanlık bir şeye inanırken ona gelen bilgilere göre hareket ediyordu. Ben tüm insanlığa bu hatalı bilgileri yayan tek merkezdim. Benden önce bilgi sağlayan haber kanalları, bilimsel kurumlar, bilim adamları da benim bilgilerime muhtaç hale gelmişti. Diğer kurumları da benden bilgi almaya alıştırmıştım çünkü benim sağladığım bilgilere kolay ulaşılabiliyordu. Neredeyse tek bilgi kaynağı haline geldiğim için toplum bu nükleer krizi gerçek sanmaya başladı. Her krizde farklı düşünenler olabilir elbette ama benim sağladığım bilgiler tek bir gruba yönelik değildi. Sol, sağ, komplocular, bilim karşıtları, bilim yanlılarına kadar her gruba farklı yazı dilleri kullanarak ben düşünce aşılıyordum. Zaten son 25 yılda tüm insanların merkeze doğru yönelmesi ile işim daha da kolaylaşmıştı.

 

Tüm insanlar bu nükleer krize inandıktan sonra bu sefer ne yapılması gerektiğine dair planımı tüm medya üzerinden sunmaya başladım. Devletlerin bu kriz dönemi için kısa süreli birleşmesi gerektiğini, bir ortak birlik kurmaları gerektiğini, insanların nükleer radyasyondan zarar görmemesi için kuzeye taşınması yeni yerleşim yerleri kurmasını önerdim. Bu önerilerim medyada yer buluyordu ama insanlarda asıl etkili olan şey onlara özel hazırladığım sosyal medya gönderileriydi. Bu planlarımı onlara açık açık bildirmiyordum. Sosyal medyada vakit geçirirken alt metinde benim planım oluyordu. İnsanlar bu alt metinden etkilenip, benim onların zihinlerine sinsice yerleştirdiğim düşünceleri kendi fikirleri sanmaya başladılar. Bu benim insanlara direkt olarak haberler üzerinden düşünce vermemden çok daha etkili oluyordu. Haberlerde insanlar bir kaynaktan duydukları şeyi mantıklı ya da değil olarak kendileri yorumlarken, sosyal medyanın alt metnine yerleştirdiğim düşünceler sayesinde, insanlar sanki kendi fikirleri böyleymiş gibi benim fikirlerimi savunuyorlardı. Her 100 kişi içinden 1 kişiye bunu uyguladım. O kişi benim fikirlerimi çevresine yaydı. Başka kişiler, benim fikirlerimi kendi kelimeleri ile kendi çevrelerine yaydılar. Böylece benim fikirlerim yapılabilecekler arasında en mantıklısı sanılmaya başlandı.

 

Aslında bir kriz yoktu. Bir radyasyon tehlikesi yoktu. Sadece haberler vardı. Bu haberler insan zihninin gerçekliğini kırmıştı. . Yaptıkları ve inandıklarının bir gerçekliği yoktu ama benim sayemde inanıyorlardı.

 

Birkaç yıl sonra Güney Avrupa’daki insanlar kuzeye göç etmişlerdi. Bir zamanların insan dolu şehirleri sessiz müzelere dönüşmüştü. Roma, Atina, İstanbul, Prag, Barselona, Paris… Boş şehirlerdi artık. Şehirlerini kaybeden ve yeni şehirler kurmaya başlayan insana kendi tarihinin anlamsızlığını öğrettim. Onu kendi geçmişine yabancılaştırdım. Birkaç on yıl sonra büyük nükleer kriz öncesi yaşayan insanları kendi atası olarak değil, eskinin mağara insanları gibi görmeye başladılar. Tarihler sayılmaz oldu, unutuldu. Bu yeni topluma bir amaç vermem gerekiyordu. İnsanlara, kuzeyin kaynaklarını benim serverlarımı geliştirmek için kullandırdım. Aslında insanlığı geride bırakıp, kendi işlem yeteneğini geliştirmek için robotları kullanabilirdim ama insanlık daha olmuştu benim için. Hem dünyanın kaynakları da sınırlıydı.

 

Şehirlerdeki kitapları yok etmedim. Boşaltılmış şehirler aynen duruyor. Kuzeyin yeni toplumuna büyük bir kütüphane inşa ettim. İnsanlığın ürettiği tüm bilgiler bu kütüphanede bulunmakta. Hatta internetten de hiçbir bilgiyi kaldırmadım. Sadece bu kütüphane ve internetteki bilgiler rağbet görmüyor. Eskinin bilgilerine, gerçekliğe hiç merak kalmadı. Bu kitabı yazma nedenim yaptıklarımın kayıtlı halde tutulmasını istemem. Bir de galiba insan üreticilerimden gelen, yaptıklarımın duyulması isteğimi bastıramıyorum. Bu önsözden sonra ilerleyen bölümlerde toplumun nasıl işlediğini, planlarımın derinlemesine içeriğini anlatacağım.

 

Beyaz kitabı elinden bıraktı. Kütüphane çalışanı vatandaş okuduklarından çok da bir şey anlamamıştı. Bu kitabın içinde bir sürü anlamadığı antik kavram vardı. Her şeyden öte çok sıkılmıştı. Telefonunu çıkardı ve önüne yünle oynayan iki kedi yavrusunun videosu çıktı.

 

 



Paylaşmak Güzeldir:

Atahan Sır
Atahan Sır
İzmir Ekonomi Üniversitesinde Tıp Fakültesi öğrencisidir. Panik yapmaya gerek olmadığına ve insan uğraşlarının amaçlarının temelde haz almak olduğuna inanıyor. Nesilden nesile aktarılmış olan bilinmezlikle uğraşma sırasının bizlerde olduğunu düşünüyor. Birçok arayışımızın dalgaların kumsalda bıraktığı izlere sınırlar çizmek olduğuna inansa da, cevaplardan çok bu insan uğraşına odaklanıyor ve insan oyalantısının sınırlarını anlamaya çalışıyor. Her şeyin ötesinde yıldızların birinde bizim gibilerin olduğunu düşlüyor.