Konuk Yazar: Dicle Kaplan
Gri havanın insanlara verdiği solgunluk hissi sebebiyle insanlar epey yorgun görünüyordu. Gri havadan da değil başka sebeplerden ötürü de bu yorgunluk görüntüsü oluşabilirdi. Ancak sanırım bu başka sebepler, yalnızca Cevdet için geçerliydi. Cevdet 21 yaşında, ailesini geçindirmek zorunda olan bir gençti. Otogarda hamallık yapıyor, insanların eşyalarını taşıyordu. Bu genç yaşına rağmen uzun yıllardır otogarda çalışıyor ve oradaki herkes Cevdet’i tanıyordu. Cevdet cahil adamdı, okula neredeyse hiç gitmemişti. Sadece okuma yazma biliyor, en basit matematiksel işlemleri bile parmaklarıyla yapıyordu. 10 yaşında iken babasını kaybetmiş olan Cevdet, o zamandan beri çeşitli işlerde çalışıyordu. İlk olarak ilçenin çarşısında su satmaya başlamış; sonra sırasıyla çaycılık, temizlikçilik yapmış ve 15 yaşından beri otogarda hamallık yapıyordu. Cevdet’in yüzündeki yorgunluk, babasız bir ailenin yükünü kaldırmanın yorgunluğuydu. Bunca yorgunluğa rağmen yüzündeki gülümse bir an olsun eksilmiyordu.
Günlerden cuma. Cevdet sabah 6’da kalkmış, otogara gitmişti. Otogarın içinde Ali’nin Yeri olarak bilinen çay ocağında oturmuş çay içiyordu. Elinde de Sartre’ın Bulantı kitabı vardı. Bir yandan çayından yudum alıp diğer yandan kitapta okuduğu sayfayı çeviriyordu. Yanına yaşlıca bir adam geldi. Bir tabure çekip oturdu ve:
— Senin hikâyen nedir genç adam?
Cevdet kafasını kaldırdı ve adama doğru uzun uzun baktı. Adamın saçları bembeyaz, yüzü kırışıklarla doluydu. Yüzünde derin bir yorgunluk vardı. Cevdet’in yüzündeki yorgunluğa benzer bir yorgunluktu. Cevdet adama uzun bir süre bakıp:
— Ben 21 yaşındayım dayı. Yüzümde sadece bir yara izi var. O da sokakta kavga ederken oldu. Ama senin yüzün hikâyelerle dolu. Senin kendi hikâyeni anlatman daha adil olmaz mı?
Yaşlı adam gülümseyerek:
— Benim hikâyelerim biteli epey oldu genç adam. Ama sen de öyle deme, bu yaşta Bulantı okuyan biri çok da hikâyesiz sayılmaz.
“Sartre’ın kendi Bulantısını okumak için çok bulantı yaşamak gerekiyor mu cidden?” dedi ve kitabı kapatarak önündeki masadaki çayın yanına koydu. Yaşlı adam üstündeki yeleğin iç cebinden kırmızı tekel 2000 çıkardı ve bir tane dudaklarının arasına koydu. Çakmakla yaktı. Sigara paketini masaya koydu. Derin bir iç çekti:
— Benim hikâyemin sana hiçbir yararı olmaz genç adam. Benden sana belki tavsiye olur. Tavsiyeler de sana yaramaz, çünkü ben biliyorum; ben ne dersem diyeyim sen bildiğini yapacaksın.
Cevdet güldü. Yaşlı adama sormadan masaya koyduğu tekel 2000 sigarasından bir tane aldı ve yaktı:
— Benim hikâyem dayı, 13 sene önce başladı. 75’te. Ben okula gittim, 1. sınıfta zeki de öğrenciydim. Hemen öğrendim yarım dönemde her şeyi. Okuma yazma işte her şey dediğim. İkinci dönem matematik öğrenecektik, peder bana “Yeter bu kadar öğrendiğin!” dedi, okuldan aldı beni. Ben pederi hiç sevemedim. Sürekli sinirliydi. Okuldan aldı beni bir işe verdi. 8 yaşındaydım daha he. Köşesinde gazeteci vardı çalıştığım yerin. Hakan piçi. 60’ı devirmişti. Beni çok severdi. Yani ben öyle sanırdım. Bu puşta her hafta sonu gazeteler gelince yanında ek olurdu ya, onlardan kitap falan verirlerdi eskiden. Belki şimdi de veriyorlardır. Bilmiyorum. Her neyse ben buna giderdim, Hakan abi derdim eki alayım okuyayım sana vereyim. 8 yaşındayım daha. O zaman anlamıyordum. Seviyor sanıyodum. Kucağına… Neyse. Öyle işte dayı. Sen diyeceksin ki şimdi bunu anladığın zaman ne yaptın. Aldım silahı, gittim bu puştu aradım. Dükkânı falan kapatmış, buldum bunun evini. Yatalak kalmış. Ne yapsam boştu ona. Bıraktım öyle. Her neyse bu daha ilkti dayı. Benim peder öldü ben 10 yaşındayken. 2 kardeşim var. Bir de anam. Anamın dizleri ameliyatlı yürüyemiyor kadın. 10 yaşındaydım dayı. 10. Bazen böyle Bulantı açıp okuyorum. Ulan Sartre diyorum. Senin mi miden bulanıyor kendinden, sen bir de benim bulantımı gör. Ama Sartre’ın olayı o değil ki. Sartre’ın olayı kendi bulantısını afili bir şekilde yazmış olması. Benim yazmam zayıftır. Baksana hâlimize zaten. Milletin yükünü taşıyoruz. Bizden Sartre da olmaz, Dostoyevski de. Biz zaten unutulmaya yüz tutmuş çocuklarız. Benim peder öldü diye, ben gidip çay taşıdım, tuvalet temizledim. Bizi kim niye hatırlasın zaten.
Sigarası hikâyeyi anlatırken bitmişti. Havada hafif bir kar yağışı başlamıştı. Sigarasını yere atıp ayağıyla ezerek söndürdü. Cevdet cebinden çıkardığı iş eldivenlerini eline taktı ve ellerini iki bacağının arasına koydu. Ardından söze başladı:
— Bazı hikâyeler can acıtır dayı. Sen 10 yaşında aile geçindirmek ne demek bilemezsin. Hani bir söz vardır. Dert sik gibidir, herkes kendininkini en büyük sanar. Bu öyle değil işte. Bu kesin bir şey. En büyük benimki. Senin yüzün benden daha yorgun görünebilir ama benim içim yorgun. Dedin ya Sartre okuyan adam hikâyesiz olamaz diye…
Cevdet konuşmasını bir anda keserek masadan bir sigara daha aldı ve yaktı. Kendinden yaşça büyük birinin sigarasını içmek büyük bir ayıp göstergesiydi ancak Cevdet de yaşlı adam da bu durumu hiç ama hiç umursamıyordu. Cevdet konuşmaya devam etti:
— İşte o işler öyle olmuyor dayı, dert; kitap okumayla, şarkı dinlemeyle olacak şey değil. Ben çok konuştum. Biraz da boş konuştum. Sen anlat dayı. Senin hikâyen nedir?
Yaşlı adam masadaki sigara paketini ve çakmağını cebine koydu. Ayağa kalktı ve Cevdet’e dönerek:
— Bazı şeyleri iki kere dinlemek can sıkıcı olabilir genç adam. Bu hayatta hata yaparsan başarılı olma şansın o kadar kolay olur. Ben çok az hata yaptım. Hep kolaycı davrandım. Sonum belli. Çok hata yap. Annen ölecek bir gün ağlamaktan korkma, ağlarsam güçsüz dururum deme, ağla. Ağlamazsan çok pişman olacaksın ve son bir şey daha var. Neriman gelecek bir gün. Öyle güzel bir kadın. Her şeye karşı hata yap ama Neriman’a asla hata yapma. Çünkü Neriman o.
Yaşlı adam hızlıca yürüdü. Cevdet hiçbir şey anlamamış gibi bir yüz ifadesinde sadece adamın arkasından baktı.
Yaşlı adam otogarın en köşesine geldi. Orada durdu ve yolun karşı tarafına baktı. Yolun karşı tarafında kendisini gördü. Sırtında yükler vardı ve arkasında da o yüklerin sahibi zengin insanlar vardı. Yaşlı adamın karşıda gördüğü yük taşıyan kendisi, bir anda yere düştü. Yüklerin sahipleri yükleri toparladılar yerden ve oradan uzaklaştılar. Yaşlı adam cebinden bir gazete çıkararak yerde yatan kendisinin üzerine örttü. Ve yürüyerek gözden kayboldu.
Cevdet sırtındaki yükleri kapının önüne bıraktı ve yük sahiplerinden parasını aldı. Parayı yüzünün iki yanına sürerek. Başını öne eğdi. Otogarın köşesine doğru geldiğinde yaşlı adamı yük taşırken gördü. Arkasında da yükün sahibi zengin insanlar vardı. Yaşlı adam bir anda yere düştü. Yükler devrildi. Yükün sahibi insanlar yüklerini yerden toplayıp oradan uzaklaştılar. Cevdet sadece o tarafa bakakaldı.