Konuk Yazar: Enes Sivri
Yine geçiyorum şu dar yollardan, şu ince ve dallanıp budaklanmış yollardan. Kafamın estiği yola saparım, bu yollar ölüme gider; hangisine girersem gireyim ölümle biter. Bir sürü insanla tanıştım bu yollarda, kiminin yolu bitti, kiminin hevesi.
Yalanlar söylerim bu yolda, hem de çok yalanlar ama bazen de doğrular söylerim, çok doğrular. Bir adama rastladım, bir süre dinledim onu. Aşktan bahsetti bana, başka bir şeyden bahsetmezdi zaten. Çoğu zaman onu ağlarken görürdüm, teselli etmeye de pek yanaşmazdım. Bu yolda öğrendiğim bir şey varsa, o da yardım istemeyen birine yardım edemeyeceğimdir.
Yine bir gün gözyaşları ırmak olup akmıştı kurak ovalara doğru, kurak ovaların susuz hayvanları su içiyordu o ırmaktan, kurak ovaların susuz toprakları doyasıya içti o ırmaktan. Tabiat can buldu gözyaşı ırmağından, yağmur yağınca topraktan aşk kokusu geliyordu artık. Yalnız keşişler rüyalar görürken ırmak kıyısında; aşk can verdi tabiata, renk verdi dünyaya.
Şîrâzî demiyor muydu; Şirin’siz her saray bisütûn gibi viranedir, Ferhat’sız her dağ bir saman çöpüdür rüzgârda. Rüzgâr esince toprağımızdan senin kokun geliyor, sadece sen kalacaksın, biz hepimiz gidince.
Biraz yanına yanaştım sordum; nasılsın, iyi misin?
Canım acıyor dedi bana,
Kavuşmak nasip değilmiş bu yolda canana.
Kalbimi bağladım gelen giden kuşlara,
Ah! Şu kalbin kapısı bir aralansa,
Yeniden başlayacağız hayata.
Hayat burada mecnun dedim ona,
Gözleri gözlerine değmiyorsa,
Kulakları kalbinin kanat çırpışını duymuyorsa,
Ne diye harcarsın zamanını boşa.
Biraz daha yürüdüm Mecnun denen bu viraneyle. Gözü hiçbir şeyi görmezdi, düşünmezdi sevmekten sevilmekten başka bir şeyi, ne gülü gördü yol kenarındaki ne de gökyüzünün mavisini. Çok sürmedi, paydos dediler Mecnun’a, bu yolda gülmek ağlamak bitti. Dedim ya; bu yolların hepsi ölüme çıkar diye, ne bir daha o acını duyuyorum Mecnun ne de gözyaşlarını görüyorum, gittin buralardan, geçtin bir rüzgâr gibi bu ovalardan; şairler sana hayran, okuyoruz seni kalın kapaklı kitaplardan.
Mecnun’un yolu bitti,
Ahh! Leyla, ey âdemoğlunun en büyük imtihanı,
Tüm şairler seni yazıyor mısralarında,
Sen Leyla, sen olmasan da bu güneş doğacak.
Azgın denizler gemicileri boğacak,
Uzaklardan bir türkü duyarak,
Toplanacak bu diyarın atlıları koşarak.
Küçük bir kızın elinden tuttum yürürken, elimden tut yoksa düşeceğim dedim ona; tuttu elimden sıkıca ve yürüdü benimle. Siz farkında olmasanız da ben beraber yürüdüğüm insanların listesini tutarım ve şimdiden gökteki yıldızları geçmiştir. Rıhtımda rastladığım bilge bir adam vardı, ona da söyledim.
Gökteki yıldızlar kadar insan tanıdım,
Dünya durmaz,
Yaz olur, kış olur
Bazen gözümde yaş olur.
Bilge adam bana döndü,
Gökyüzünde ne kadar yıldız var bilir misin?
Bırak bu süslü lafları, sen bu alemde yenisin,
Çok şey var daha bilmediğin,
Oyna hadi, sıra sende.
Atıma biner giderim, bilge adam filleriyle peşime düşer. Şahı veziri bırakırız geride, koştururuz aşkın yeşerttiği ovalarda. Onun filleri, kaleleri ve atları yakalayamaz beni; gel diye yanına çağırsan beni, alaca bir atla geçerim bu vadiden rüzgâr gibi.
Kalın kapaklı kitaplara girmez bu sözler ama, kalın kalplere girse şu sözlerim tamamdır bu dava; kanatlanıp uçmak için vadedilen baharlara, veda edelim kalbimizi üşüten kışlara.