Kendini birden en yakın karadan yüzlerce kilometre ötede buldu.
‘’Bir okyanusun ortasındayım dipsiz, karanlık ve gözün görmediği bir derinlikteyim. Hava birden karardı, hele bulutlar sanki bir fırtına kopacakmışçasına kızgınlar. Hiç böylesini görmemiştim, su dahi öfkeli sanki. Karanlıktan mı göremiyor gözlerim yoksa okyanusun tam ortasında olmam sebebiyle mi bu belirsizlik? Ne olacak bir saat sonra? Ya şu an dingin olan sular dalgalanırsa, ya birden bir soğuk rüzgâr eserse ve kemiklerime kadar hissedersem soğuğun yankılarını? Ya aç kalırsam mesela beş saat? Beş saat dayanılır, yok yok, on saat! Beş gün, on gün… Peki ya susuzluk? Bir canlı kaç gün susuz yaşayabilir? Peki ya… diğerleri? Susuzluğu da geçtim, sevgisiz, hoş muhabbetsiz, kahkahasız ne kadar dayanabilir bir canlı? Belirsiz, karanlık, dalgasız ya da bir fırtına patlamış bir okyanusun ortasında? Nedir beni bu karanlığın ortasında bırakan…‘’
Diye düşünürken birden süzgeçlerinin olduğunu fark etti.
‘’Bunlar birer el değildi. Sert pullarımla ben bir balık olmalıyım. Bir balık olduğunu nasıl unutur ki canlı, nasıl unutur türünün ne olduğunu? Gök çok da karanlık değil aslında, fırtına da gelmiyor, hem güneş ne güzel de parıldıyor. Deniz o kadar da derin değil sanki, bunca balık sığ bir suda yaşayamaz zaten. Ne güzel bu deniz, bu dalgalar ve mercanlar.’’
Dedi ve kaygılandığı, belirsiz deniz birden bir yuva oluverdi balığa.