Güneşin sulardan doğup sulara battığı bir liman kentindeyim. Doğan güneşlerin ve batan güneşlerin altında herkesten geri çekilerek bekliyorum.
Hepimiz yaşadıklarımıza değer arayıp önem atfediyoruz. Varoluştan bu yana belki de yüz binlerce kez yaşanan olaylara büyük anlamlar yükleyip biricik hissetmenin hazzına varıyoruz. Düşmanlıklarımız çok çetin, dostluklarımız çok baki, aşklarımızın eşi benzeri görülmemiş. Dokunmadıysak biz doğaya ya da konuşmadıysak zamanı var olamamışlardır. Biz varsak var bu dünya! İnsanın bu panik megalomani hâli var olma çabasından. Sanırım insan böyle yapmazsa varlığı üzerine kuşkuya düşüyor. Bizim en büyük cezamız da bu, sınırlı bir akılla sonsuzluğu kavrama çabası. Artık çabalamıyorum. Artık anladım.
Sonsuzluk üzerine düşünmüyorum artık, sadece insanları izliyorum. Okumayı öğreniyorum yüzlerinden. Bu hayata sıfırdan başlıyorum. Bildiklerimi kenara bırakıp öğrenme şeklimi değiştiriyorum. Duyguların renklerini okuyorum mesela yüzlerden. Hüznün rengini bir babanın damar damar olmuş gözlerinden alıyorum. Öfkenin rengini bir çocuğun atan çenesinden alıyorum. Mahcubiyetin rengini bir annenin ağzının sol kısmının aşağı kıvrılan gülümsemesinden. Aşkın rengi her yüzde farklı, ortak bir renkte buluşamıyor, en az gökkuşağı kadar çeşitli ve onlarca spektruma sahip. Sevginin rengini ise alamıyorum. Çünkü bence kimse kimseyi sevmiyor.
Aldığım renkleri heybeme katmıyorum. Hafızamın dipsiz kuyularında sonsuzluğa uğurluyorum. Bazen sesli söylüyorum ki belki bir başkasında anlam bulur da benimle birlikte yok olmaz diye. Bu noktaya nasıl geldim bilmiyorum ama hangi noktadayım en azından ona hâkimim. Tükeniyorum. Ne garip kelime.
Gecelerim bitti. Sabahlarım bitti. Yollarım bitti. Yeni yerler, yeni sabahlar, yeni keşiflerim bitti. Her anda bin yıllık bir aşınma var heyecanım bitti. Ne gelenim var ne gittiğim, o telaşlar bitti. Bende boldur ama gördüğüm yok, incelikler bitti. Verilen kargolar yok, kapı zilleri bitti. Bunların tam ortasında göz bebeklerimde bir ağrı, kirpiklerimde tonla yük, bir göz yaşım bitmedi.
Bütün bitenlerden öğrendiğim ve belki de öğrendiğime emin olduğum tek şey ise en huzurlu ruhların bile gitmek kamçısıyla yanıp tutuştuğuydu. Uzaklar her yüzde benzer tonlara sahipti. Her çehrede benzer yansımalar oluşturuyordu. Sebeplerin bambaşkalığı ket vurmuyordu bu duruma. Zaten insanların çoğu aynı iç çekişlerle gelip aynı yenilgilere gittiklerinden aralarındaki ayrımı sözlerinden çıkarmanın anlamı yoktu. Yüzlere bakmak kâfiydi. Aynaya bakıp yüzümden duygularımın rengini almaya çalıştığımdaysa fark ettiğim flu bir grilikti. İlk bakışta olanca yükümün altında yorgunluğumdan başka verecek bir şeyim yoktu. Dikkatli bakıştaysa havai fişeklerim çoktu. Fakat kana kana içtiğim çeşmelerden susayarak ayrılmak kaderimdi. Ben de gözlerimdeki menevişi korumak için küçük insanları küçük odalarda bırakıp çıktım.
Herkesten geri çekilerek bekliyorum ve ekliyorum.
Çığlıklarımı onurlu bir durgunlukla aktarmak istiyorum.