2 saat önce nasıl kıvrıldıysam az önce öyle kalkmıştım. Buraya gelmeden önce dolabımda bulduğum, babamın çok uzun yıllar önce oynarım diye aldığı stres topumu uyurken sıkmış olmalıyım ki elim acıyordu. Yorganın bana uzak ucunu ayaklarımın altına alıp; arta kalan kısımları da vücudumun altına altına itelemiştim. Soğuktu. Buz gibiydi. Cümlelerimin geneli gibi kısa ama net titreşimler yayıyordum etrafıma. Yataktan kalkıp camın kenarına yürüdüm. Vücudum kendini henüz toparlayamamıştı. Kısa ama sürekli titriyordum. Kışın kapıya dayandığı hissediliyordu. Az kalmıştı, gümbür gümbür gelecekti.
Köhne bir pansiyondu. Dış cephesi yıkık dökük, pembe renkli bir pansiyon. Merkezde esnaf lokantasının birine sormuştuk, burayı önermişti. Köhne falan ama oraların en güzel manzarasına sahip pansiyonu imiş. Denize sıfır, sadece yolun karşısına geçmeniz yeterli denize ulaşmak için… Sandallar var hemen karşıda. Sanırım soğuktan, balıkçılar küreklere dokunmaya tenezzül etmiyor. Sokaklar da aynı sebepten mütevellit bomboş. Soğuktan mı bilmiyorum ama kafamın içi de bomboş. Uzaklara hiçbir şey düşünmeden bakıyorum. Bunu fark ettiğimde elimde tuttuğum sarı topa binaen çocukluğum geldi aklıma. Çocukluğum dediğime bakmayın, bütün çocukluğum gözlerimin önünden film şeridi olup akmadı. Neden bilmiyorum sadece o uzun yılların bir anı beliriverdi kafamda.
Sınıftan içeri koyu yeşil kamuflajlarıyla bir asker girmişti. Çok çok eski zamanlar olmasına rağmen fazla net hatırlıyorum. O kadar net ki, gerçek olmayabilir. Evet gerçekten gerçek olmayabilir. Benim gibi doğumunu hatırladığını söyleyen bir adam söylüyor size bunu. İnanın…
Herhalde hayran bakışlarımızdan olsa gerek “Askeeer” diye cevaplayacağımızı varsayarak; “Bu sınıfın erkekleri cevap versin bakalım, büyüyünce ne olacaksınız?” diye bir soru sordu koca sınıfa. Hep bir ağızdan sordu soruyu ama herkes ayrı telden çalıyordu bizim sınıfta. Ne de olsa Rıfat Ilgaz coğrafyasındaki her ilkokul sınıfı gibi Hababam 3/C idik. Değil o günü, o sınıfta Sabit’in, Eda-Seda ikizlerin, Ömer’in ne cevap verdiğini dahi hatırlıyorum. Kimimiz doktor dedik, kimimiz hemşire, kimimiz hakikaten de o adamın heybetli duruşundan etkilenip asker dedik. Kimimiz de astronot olacaktık.
Sadece bekliyordum herhalde. Aç da değilim pek, yeni kalkmıştım. Poğaça, peynir, zeytin bir şeyler almaya çıkmış. Cama yapışık post-itte yazıyordu.
Sıcak bir ses tonuyla:
-Tatlım, sana börek aldım. Fırında poğaça kalmamıştı. Marketler de henüz açmamış. Fırındaki adama sormuştum. “Bırakmam.” Dedi, kahvaltılık bir şeyler verdi bize. Ben de hiç itiraz etmedim valla kurt gibi acıktım.
Öpecek gibi yaklaştı, nazikçe ittirdim minyon bedenini. İçeri girdiğini duymamıştım. Bir şeylere konsantre olduğum zamanlar böyle olur. Genelde kendi içimde yaşarım o şeyi. Mekanda otururken yanımda kavga eden çifti bile duymadığım olmuştur çoğu kez.
-Neyli?
-Ya kıymalı börekleri kalmamıştı ben de patatesli aldım. Hadi gel.
-Sevmem.
Sevmediğim patatesli börek değildi. Benim kıymalı olandan sonra en sevdiğim börek çeşididir patatesli börek. Ben sadece o an orada o kahvaltıyı yapacak olmayı sevmiyordum. Keyfim yoktu. Balkona çıktım götümün donmasına aldırış etmeden. Titremelerim bir hayli arttı. Alnımı yasladığım canım arkasından hayatıma dahil olmaya çalışan soğuk, şimdi daha net hissettiriyordu kendini.
Karşıya diktim gözlerimi; bu sabah bulutlar, “sen de görmelisin bu manzarayı” diyordu. Sen de… Hep birlikte Amasra’ya inmişlerdi. İnmişlerdi, sırf zirvesinde hafif hafif beyazlıklar oluşmuş dağları, tepeleri bana gösterebilmek için… Dişlerimin son bulmayan titremesiyle feleğe en okkalısından sövdüm bir defa… Yarım saat geçmiş olmalı, karşımda duran tepelerden gözlerimi anca alabilmiştim. Bir şeylerin ters gittiğini tekrar fark etmiştim…
Bana neden diye sorduklarında “insanlara yardım edebilmek için” dedim hep. Ya da “çocukları çok sevdiğim için”… Hep bir kimseleri çok sevdiğimiz için yaşadım, onlara yardım edebilmek için… Artık o cevabı da kaybettim. Neden diye sorduklarında verecek tek bir cevabım dahi kalmadı. Ne anneme edebildim yardım, ne babama…
Astronot olmak isteyen arkadaşlarım… Umarım onların hala verecek bir cevapları vardır.