Eve geleli çok olmamıştı, 1-2 gün kadardı herhalde. Sevmediğim gri mi gri şehrimde birkaç gün geçirecektim sadece. Pek arkadaşım da kalmamıştı buralarda; birçoğu benim gibi şehir dışına firar edip soluk almışlardı, kalanlar da buranın ağulu havasından zehirlenip hayatımdan silinip gitmişlerdi. Bu köhne diyarda yaşam mücadelesinde direnen 2-3 dostum dışında tamamen bir başımaydım. Pekâlâ beklentim de yoktu, evimde karantina hayatı yaşayıp aileme olabildiğince vakit ayıracak gibi görünüyordum. Benim kafamdaki tatil buydu da: Dış dünyadan izolasyonu tamamen sağlamak ve iç dünyama teslim olmak.
Konfor alanımın verdiği bayağı bir mayışmanın etkisiyle dönüşümü geciktirmiştim. Belirsiz bir tarihe erteledim, belirlenecek gibi de görünmüyordu zaten. 1 hafta kadar geçti, dişe dokunur bir eyleme imza atabilmiş değildim. Ne babama iş yerinde desteğe gidiyordum, ne de anneme ev işlerinde yardım eli uzatabiliyordum: Aileme bir şekilde destek olmak sorumluluğunun hissi sırtıma ağır bir yük yüklese de aylaklığın sıcacık kucağına bırakmıştım kendimi kıvrılarak. Bohem hayatın tarlalarında geziniyordum: Amaçsız, geleceğe yönelik harekete geçmeden, hatta buna yönelik bir plan dahi yapmadan. Yanlış anlaşılmasın, kesinlikle boşvermişliğimden veya salmışlığımdan öte gelmiyordu bu: Gecem gündüzüm endişe nöbetleri, kara düşünceler ve “ne bok olacak lan benden” sorgusu eşliğinde odamın camına oturup art arda yaktığım sigaralardan teşekküldü. Sıfırın altındaki sıcaklıkta bunu yapmak hakikaten aptal cesaretiydi, lakin soğuktan uyuşamayacak kadar saf dışıydım. Halimin vahameti, miskinliğimin azameti de burada gizliydi işte: Hareket almam gerektiğini anlamama rağmen harekete geçememem. Felçliden, paralize bir bireyden hiçbir farkım olmadığını keşfediyordum.
Ben istemez miydim bütün o makine düzenli insanlar gibi sabahın 7’sinde uyanayım, duşuma girip kahvemi içerek günüme başlayayım? Gün içinde kendime iyi kötü bir uğraş edinerek kafamı saçma düşüncelerden uzak tutayım ve bu saçma eylemsizliğimi toprağın altına bir daha çıkarmamak üzere gömeyim? Ömrümün sonuna kadar, çarkta sorgulamadan koşturan bir fare gibi ayrıcalıklardan münezzeh ve özgürleşmiş yaşayayım?
Annemlerin köyüne ve babamların kasabasına yaptığımız hafta sonu gezisi de pek bir şey değiştirmedi doğrusu. Hatta evimin konforunu özledim desem yeridir: Doğalgazlı, internetli, hatıralı bir yerdeki aylaklık fazlasıyla cezbediciydi. Miskinin Cenneti diye adlandırıyorum bu ortamımı. İçim ezilecekse, bunu kendi şehrimde, sevdiklerimin yanındayken olmasını tercih ederdim. Bin bir türlü zahmete katlanarak ama kavuşacağım gevşekliğin hayaliyle geri döndüm evime.
Ve yine buradayım. Okuluma, gündemime dönesim yok. Mezuniyetime üç ayım kalmış, sınavlara girmesem dünyanın düzeni altüst de olmayacak. Okuldan atsalar, belki de “yapma be abi!” deyip yoluma bakacağım, koyulabileceğim bir yol olabileceği nikbinliğiyle. Sevinebilirim de “iyi lan adam yerine koymuşlar bizi” diyeceğim belki. Yüksek, görünmez çitler ardında kurulduğum bu yaşam alanı bana huzur da veriyordu, içten içe öldürüyordu da. Ve ben bu hissin dışına çıkmıyordum, çıkamıyordum, çıkmak da içimden pek gelmiyordu. Gelecek uzaktaydı ve ona yönelik çözüm üretemeyecek kadar aptallaşmıştım. Varacağım zaman çözüm kendiliğinden belirir, olmadı çaresizliğim beni bir yola iyi kötü sevk ederdi. Geçmiş ise arada gözlerimi kapattığımda seyahat edebileceğim güzel bir güzergâhtı. Neden ondan ders çıkarmak bayatlığına düşmeliydim ki?
Şu İngilizcede “sloth” denen, Türkçedeki salt tekabülünü bilmediğim, “Yeleli tembel hayvan” diye çevrilmiş yılışık yaratığın resimlerini inceliyorum. Vallahi aynı ben. Tek fark, yüz ifadesine bakınca epey mutlu görünüyor. Bende bundan eser yok. Hiç olmayacağının da farkındayım. O yüzden kimi şeylerin gerçekleşmesini o kadar da zorlamıyorum. Zorlasam dahi, aylaklığım buna engel olurdu herhalde, zira oturma odasındaki döşek fazla rahat. Çalışıp bir şeyler yapmalıyım, geleceğime yatırımda bulunmalıyım, anksiyetem bana bunları hatırlatıp duruyordu. Ama bunlarla kim uğraşacaktı ki? Hele de favori dizim başlamışken. Mısır gevreğimi sütle karıştırıp kanepeye uzanmak, kötü adamlara küfretme vaktim gelmişken…