Sancılar devam ediyor. Ben hala kusamıyorum. Sanırım beni hayatta tutmak için çekip gitmiyor bedenimden. Her an, ben buradayım sen de burada ol, diyor. Böyle söylediği zamanlarda ağlamak istiyorum. Ama ben hala ağlayamıyorum. Her şeye rağmen akıp gidiyorum. Akışın dingin ve lineer olmayacağından bihaberim. Gayb ne kadar da ilginç. Kaderimizi bilseydik aynı hataları mı yapardık, yoksa hatalardan kaçarken daha büyükleri gelip bizi bulur muydu? Eh, herkes kendi senaryosunun başrol oyuncusuydu işte. Binlerce seçenek ve yönetim çabası.
Gaybı bilmeye ihtiyacımız yoktu. Anlaşılmaktı belki de derdimiz. O gün gereksiz bir mekanın masasında üşüyerek oturuyorduk. Aylardır hayattan konuştuğum bir yabancı vardı karşımda. Sohbet ederken saatlerin nasıl geçtiğini anlamadığım bu yabancı nasıl girmişti hayatıma? Samimiyet ve uyum dolu diyalogların tescillendiği soğuk bir gündeydik. Buğu yapmış gözlüklerinin içerisinden yorgun gözlerle bana bakıyordu. Sıkı sıkı tuttum elini. “Kim ne derse desin biz bu hayatta birbirimizi yargılamayalım.” dedim. Artık yeni bir kader çiziliyordu; lakin herkesin senaryosu hala kendisine hastı. Yabancı ile farklı senaryolarda ortak bir paylaşımımız vardı: Anlaşılamıyorduk.
Teşekkürler Fidanlık.
Kalorisi yüksek günlerdeyim. Uyku bozuklukları, heyecan kaybı ve amaçsızlık mevcut. İçimde susmayan bir ses yerini usulca yapay bir dinginliğe bırakıyor. En azından o susunca ben düşünebilmeye başlıyorum. Yorgun bir hayatın yerini ise karşımdaki ekran kaplıyor. Tevafuk bu ya, önerilenler listemde çıkıyor. “Nasıl yani?” diyorum. Gerçekliğini sorguluyorum. Çünkü kendimi izliyorum. Hani, tiyatrodan kalan bir pelerinim vardı. Ortaokulda eve gelince ders çalışmaya odama geçiyorum derdim; mp3’ümden çalan müziğe test kitaplarımın değil de pelerinimin eşlik ettiği geceler vardı. Oradan oraya koşturarak bir hayal dünyasında var olurdum hani. İzledikçe o günleri hatırlıyorum. Sahi ne olmuştu o pelerine? Sanırım sınav puanlarımı etkilememesi için kayıplara karıştırılmıştı. Puanlarım kurtarılmıştı ama ben kaybedilmiştim. Şimdi o pelerini geri getirip sırtıma takamam. Ancak hayallerimin içerisinde yeniden bana eşlik etmesine artık kimse engel olamaz.
Teşekkürler Rupaul Mother.
Aynada kendime bakıyorum. Uzun uzun düşünüyorum. Bana güvenmeyin. Bir şey düşünmüyor da olabilirim. “Seninle ne zaman bu konuyu konuşsak cızırtılı gri bir televizyon ekranı gibi oluyorsun.” cümlesi tekrar ediyordur belki de zihnimde, bilmiyorum. Kafam karışık çünkü ilk defa cızırtılı tepki vermediğim bir günün içerisindeyim. Yeniden “Nasıl yani?” dediğim bir gündeyim. Kendime geldiğimde söylediğim ilk şey “Siktir, ben ölmemişim!” oluyor. Hayata dönmüş hissediyorum. Yaşamı hissetmenin sarhoşluğu ele geçiriyor bedenimi. Sarhoşluğa kapılıyorum. Süreçler hızlanıyor. Yanlış adımlar atmıyorum ama sarhoşluğun etkisi geçtikçe gerçeklerle yüzleşmek ağır geliyor. Uyarmıştı, göz ardı edemem. Ama en son lise yıllarından hatırladığım heyecanı ve acıları yaşıyordum tekrardan. Yeniden bir şeyler hissetmek çok ilginçti. Hisleri kaybetmek istemiyordum. Acı hisler. Yine de yeniden yenik düştüm. Oğlaklardan nefret ediyorum. Anksiyetelerim tetiklenip duruyor. Duygusal boşluğunu karşısındakinin varlığı ile doldurmaya çalışan, hareketleri ve düşünceleri belirsiz insanlardan uzak durulması gerektiğini anlıyorum. Yanlış insanlar yanlış zamanlar diyorum. Her şeye rağmen beni hayata döndüren bir kazanım elde ediyorum.
Teşekkürler Fransız Bumbo.
Beyaz boğazlı kazağının üstüne giydiği gri ekoseli ceketi ve yuvarlak gözlükleri. Sahnede adeta parlıyor. Gözlerinin ışıltısı ve elimi sıktığı andaki iddialı samimiyeti enerjiler boyutunda farklı bir buluşmanın ilk adımı oluyor. Heyecanı, duruşu ve hevesi beni öylesine etkiliyor ki görüşmelerin devamı için sabırsızlanıyorum. Görüşmeler muhabbetleri kovalıyor. Eğlenceli ve bilgili. Girişimci ruhu yetenek avına çıkmış, ağzı iyi laf yapıyor. İstiklal’e bakan bir terasta hayatımın önemli tekliflerinden birini alıyorum. Değerlendirmek ve çabalamak benim elimde. Artık aptallık etmenin zamanı değil. Hayata tamamen dönmeye hazırım, diyorum. Çünkü ben insanların elinden tutmak istiyorum. Elimden tutan birisi oluyor.
Teşekkürler Splinter Usta.
Çok ilginç bir yaz. Hastane odasında acı çekiyorum. Nefes alamamanın ızdırabını nefes alamayarak çekiyorum. Tamponların burnumdan çıktığı andaki rahatlık orgazmdan daha kıymetli oluyor. Ah, sahi, orgazm. Konu neden buralara geliyor? Numerolojiye bağlamak istemiyorum ama bağlanıyor işte. Hayata dönmüş bir beni, hiç beklemediğim anlarda sürprizler karşılaşıyor. Çünkü hayatın gerçekten de yeni başladığını anlamak şaşırtıcı geliyor. Her bir detay en başından öğreniliyor. Öğrenirken Beylikdüzü sokaklarında buluyorum kendimi. Ne işin var orada, kaç! Siyah tatlı bir köpeği severken kendimi artık çok daha iyi tanıdığımı anlıyorum.
Teşekkürler Tochi.
Ölcem. Şaka şaka. Azıcık drama queenlik yapıyorsak ne olmuş. Hayatı o kadar da sevmiyoruz. Ne yazık ki yapacak çok şey var ve biz sarılar birazcık dağınık yaşıyoruz. Dağınık saçları da oldum olası çekici bulmuşumdur. Soğuk teni Slytherin olmaya layık. Aslında onunkisi karşıt bir duruş: Sıcak ve samimi. Hayatımda birçok renk vardı ama dedim ya, yeniden başlıyordu hayat. Keşfetmek en büyük anahtarımdı bu süreçte. O, apayrı bir renk oldu hayatıma. Farklı şeyleri duydum, gördüm ve tattım sayesinde. Keşke hep konuşsa da ben dinlesem. Sanat hep böyle değil midir zaten? Hayran olan ve olunan.
Teşekkürler Kaplumbağa Dirilticisi.
Param yok. Zaten insan tanımak parayla satın alabileceğimiz bir eylem değil. Ki yapabildiğim en iyi şeylerden biri, sanırım, doğru soruları sorarak bir insanı tanımak. Hayatımıza her giren insanın düşüncelerimize ekledikleri ve çıkardıkları oluyor. Çok insan mevcut olduğunda ise o kadar çok işlem yapılıyor ki, işletim sistemi çökebiliyor. Neyse, çok insan sevmiyorum artık. Bu, değişmeye başladığımın ilk kanıtı oluyor. Kimin ne söylediğini önemsememeyi öğreniyorum zamanla. Kendim olma yolunda ilerliyorum. Yalan söylemek yok, gereksiz politik oyunlar yok, başkasına göre şekil almak yok. Ama vardı. Artık yok. Özsaygım inşa olurken, özgüvenim restore oluyor. Baltık Denizi kıyılarında derin bir nefes alıyorum. Sorguluyorum. Boynumda bir tane deniz kabuğu kolyesi. İçerisinde de çizilmiş bir baykuş resmi. Baykuşları çok seviyorum. Ama herkesin baykuşları sevmek zorunda olmadığını biliyorum. Bu sebeple kolye artık sadece benim için bir anlam taşıyor.
Teşekkürler Oyuncak Kedi.
Şimdilerde evrenle bütünleşmenin ilk emeklemelerine şahitlik ediyorum. Devamı haldur huldur aksiyonlarla mı gelecek yoksa dinginliğin huzurunda sessizliklerle mi ilerleyecek, göreceğiz. Ben, inşallah, hazırım!