Begüm Kartal Anısına: Sevgi ve Özlemle
Ağustos 3, 2019
Araf
Ağustos 3, 2019

13 Reasons Why: Hayatın Acı Öğretisi

Tamam geçti. Altı üstü sadece bir diziydi. Gerçeğin ötesinde bir kurgu, abartılmış karakterlerle dolu bir senaryo… Ne! Senaryodaki çoğu kişi gibi durumu inkâr mı ediyorum? Peki, beğenimi saklamayacağım: Yaşanacak kadar gerçek, hatta yaşadığımız bölümler silsilesi!


2017 yılında Netflix tarafından çekilen bir gençlik dizisiydi 13 Reasons Why (Ölmek İçin 13 Sebep). Özellikle Amerika genelinde büyük bir yankı oluşturdu ve dünya geneli bir kitlesinin oluşmasıyla da projenin devamı olarak ikinci sezon geldi. Söz konusu dizi gündeme gelince benim açımdan akan sular duruyor. Çünkü nezdimde sadece bir gençlik dizisi değil, sosyolojik ve psikolojik çözümlemeleri içerisinde barındıran; gençliğe yönelik oldukça eğitici bir yapım. Şimdi de duyurulduğu üzere üçüncü sezon bizlerle olacağı için birlikte bu yapım üzerine biraz konuşalım istedim.

Merak etmeyin spoiler vermeyeceğim sizlere. Sonuçta başrol oyuncumuz ilk sezonun sonunda intihar ediyor. Evet evet yanlış okumadınız. Endişelenmeyin canım hemen, bu bilgiyi zaten birinci bölümün ilk on dakikası içerisinde öğrenecektiniz.

Dizi, 16 yaşındaki liseli bir kızımızın kaydettiği 13 ses dosyasında neden intihar ettiğini anlatmasından oluşan bir senaryoya sahip.  Her kasette farklı bir durumu ele alıyor sevgili Hannah Baker. Hayatının nasıl mahvolduğunu, buna sebep olan kişileri ve olaylar arasındaki bağlantıları adım adım önümüze seriyor arkada bıraktıklarıyla.

Kurgu, Amerika’nın Liberty High School’unda geçiyor. Başlangıçta bir ergen dizisi önyargısında bulunuyorsunuz. Ancak izlemeye devam ettikçe ele alınan konunun basit olmadığını, o yaş grubunun psikolojik ve sosyal halini anlamak için şu ana kadar çekilen en iyi dram dizisi olduğuna kanaat getiriyorsunuz. Lise dönemlerinde yaşanan akran zorbalıklarının, cinsel tacizin, ayrımcılığın ve mobingin her açıdan oluşturabileceği muhtemel negatif etkilerini ve sonuçlarını çarpıcı karakterle izliyorsunuz.

İlk bölümden itibaren “acaba diğer ses kaydında ne olacak” beklentisi sizi sezon boyunca aktif bir izleyiciye dönüştürüyor. Bu da dizi içerisindeki kişilerle ve olaylarla fazlasıyla empati kurmanızı sağlıyor. Özellikle Clay karakteri üzerinden hikâyenin gerek flashbacklerle gerek hayali canlandırmalarla yavaş yavaş anlatılması sinematografiyi ve içeriği inanılmaz güçlü kılıyor.

Dizideki oyuncuların karakterlerini olabilecek en iyi seviyede sahnelemeleri, sahneler arasındaki geçişlerde kullanılan soft açılar ve farklı zaman dilimlerini hissettiren kaliteli renk illüzyonları ise seyir zevkinizi oldukça yükseltiyor. Oyuncu kadrosu içerisinde farklı milletlerden farklı yüzleri ve kişilikleri görmek oldukça doyurucuydu. Hem Amerika’nın sosyal yapısını izliyor hem de çeşitlilikle kurgunun monotonlaşmasını engelliyorsunuz.

“Dizinin hiç mi kusuru yoktu, her şey mi harikaydı be kardeşim”cileri duyar gibi oldum. Elbette eleştirebileceğimiz noktalar mevcuttu hatta kendi adıma birden çok noktayı söyleyebilirim. Lakin bir roman yazmak isteseydim veyahut bir film çekmek isteseydim sanırım bir çok yönüyle bu dizi gibi bir şey olurdu. Ayrıca 13 bölüm boyunca bana sunduğu karakter tahlilleri, bir gencin ve bir genç grubun olaylar karşısında nasıl düşündüğünün ve nasıl hareket ettiğinin psikolojik alt yapısını hissettiren bu yapıma inisiyatif kullanarak yazımda bir eleştiride bulunmak istemiyorum. Ergenlik dönemini fazla içselleştirmiş, yıllarca varoluşu sorgulamış ve yoğun duygularla atlatmış biri olarak bu dizi haliyle benim için daha kıymetli oluyor.

Dizide yansıtılan genel profilde öğrenciler birbirini sınflandırmakta, ötekileştirmekte ve kötülüğe teşvik etmektedir. Olay lisede geçse de ayrımcılık ve linç kültürü hayat boyunca maruz kalabileceğimiz şeyler. Özellikle sosyal medyanın bu konuyu basite indirgemesi, sürekli her şeyin alay ve espri konusu yapılması “aman canım nolcak”ın yayılmasının sebeplerinden biri. Aslında bu hızlıca akan zamanı iki saniyeliğine durdursak ve yaptıklarımızı sorgulasak; “sana nasıl davranılmasını istiyorsan sen de öyle davran” düşüncesiyle hareket etsek durumlar kötü yönde bu kadar ilerlemezdi gibime geliyor.

Belki Türkiye’deki lise dönemi muhabbetleri sosyokültürel sebeplerden dolayı bu şekilde işlemiyor. Ancak gün geçtikte daha da amaçsızlaşan, gençliğinin hissiyat ve hevesatına daha da mağlup olan, üretmektense tüketmeyi yeğleyen bir genç profil oluşuyor. Bu profildeki bir insan tabi ki malayani işlere daha meyilli hale geliyor. Kendini geliştirmekten ziyade ‘basit’ olanla vakit kaybediyor. Etik ve kurallardan özgürleştiğini sanarak kaçıyor, istediğim hayatı yaşayayım derken daha hazin sonlarla karşılaşıyor. Kelebek etkisi misali, belalar ve sıkıntılar art arda geldikçe de savunmasızlaşıyor. Hayatını anlamlandıramadığı noktada da çözümü farklı şeylerde arıyor; en korkunç ve uç seçeneği olan ölümü bile maalesef bu dizide olduğu gibi meşrulaştırabiliyor.

Bu dizide anlatılan zorbalıklar, ayrımcılıklar ve mobingler günümüz Amerika’sının kaçınılmaz bir gerçeği. Onlar çözüm arıyorlar. Duruma onların sorunuymuş gibi bakamayız zira küreselleşen dünyada dürbünleri biraz geniş açıyla tutmamız gerekiyor.  En azından beşer olmaktan insan olmaya geçiş sürecini ben bu şekilde yorumluyorum.

O halde gelin kendimizi sorgulayalım: Başta benliğim olarak ben gençliğimde ne yapıyorum; biz gençliğin problem ve sıkıntıları için ne yapıyoruz, ne yapmalıyız?



Paylaşmak Güzeldir:

Furkan Çankırı
Furkan Çankırı
Bir Simurg mezunu! Sosyal etki ve iyi oluş çalışanı. Keyifli ve huzurlu akışları önemser. Dünya vatandaşlığı hayali gütse de fazlasıyla Çanakkale sevdalısı. Alturizm ve Eurovision denince akan suları durur. Hikâye koleksiyonerliği ve yürüme eylemi ile hemhâl olarak kırılgan gerçekliğinde şaşkınlıkla yol almaktadır. Biraz hayatı keşfetme çabası, biraz beşerî kültür, biraz da ne deneyimliyorsa işte. Peki ya anlatmasa? Öylesini hiç sevmedi.