Yazılan her cümlenin bir anısı var, sevgilerle.
En sevdiği şeyi yaptı kadın, yolda yürürken parmaklarını çalıların arasından geçirdi. Bunu yapmayı ne de severdi, o sert dalların parmak uçlarına yaptığı darbelere rağmen kabullenirdi bu sevişi. Doğanın kalbine dokunmak ona hep huzur verirdi.
Loş ışıklar, arka kapılar ve arka sokaklar.. Caddeden yürüyeceğine ona paralel olan bir arka sokakta, kuş seslerini arada bir duyabileceği, ellerini çalılıklarda rahatça gezdirebileceği bir sokaktaydı yine. Tam o sırada parmağında keskin bir acı hissetti. Gülün dikeni mi batmıştı yoksa? Kan tomurcuğu parmağında gittikçe büyüdü sonra yerçekimine hasret, aşağı doğru süzüldü. Yoksa bu yerçekiminin gücüne bir boyun eğiş, bir kabulleniş miydi? Neydi bu yerçekimi, beni ısrarla burda tutan, bedenimin uçup gitme cesaretini kırandı ve ona ancak ateş meydan okuyabilirdi. Aşağı doğru tuttu kibriti, usulü böyleydi daha güçlü tutuşurdu kibrit. Biliyordu sebebini kadın. Meydan okununca ateş daha da alevlenirdi. Parmağı yandı bu sefer ama kibritin alevi yerçekimine inat yukarı doğruydu, başı dikti. Sevdi kadın bu haykırışı, bu tutunuşu. Ateş tutuşturduğu her şeyi daha hafif yapardı, suyu buharlaştırırdı ve yer çekimine meydan okurdu.
Israrla devam etti alevlenen kibriti tutmaya. Parmak ucunda oluşan kırmızı öbek bir süre kalıp acısını hissettirecekti ancak sonrasında bir o kadar hafifleyecekti.