Uğruna Şiir Yazılan Hikayeler
Ağustos 8, 2018
İstasyon
Eylül 8, 2018

Modern Taşlama

Modern… Kelime manası yeni. Eskiyi yıkmaya ant içmiş bir düzenin adıdır Modern. İnsan aklının ortaya koyduğu ve usun tepelerinde gezinen insanların mutluluğu kovaladıklarını sandıkları ve fakat aslında Sisifos’un çarptırıldığı o ünlü taş cezasının “çağdaş” hali. Yapmak istedi insan, sonra yıktı ve ışığını kararttığı her yıldızın kendinden sönen bir parça olduğunu anlamadı. Anlatmaksa bana kaldı.

Belki de var olduğu andan itibaren, insanın en onulmaz iki ihtiyacından birisi olan dinimi aldı benden modern. Eskisinde din aslında hayattı. Yenisi ise Adem’in kurduğu devletten, uyguladığı yasaya, yediği yemekten, yattığı yatağa kadar aradığı tüm soruların cevabını bulacağı o kapsayıcı yapıyı, anayasanın sınırsız muktediri kontrol altına almak iddiasında olduğu gibi çevresine vicdan çitleri çekerek daraltmak istedi. İnsan, kutsal kelimelerle adlandırdığı ve anlamlandırdığı bu yuvarlak küreyi artık laboratuvar pencerelerinden seyretmeye başladı. Lakin beherlerin içine doldurulamayacak, yeniden hayat bulan kelimelerle adlandırılamayacak “şey”ler vardı, insansa cevaben sanatı yarattı. Sonuç ise garabet, anayasanın iktidarına başkaldıran modernizmin evlatları, sanatın aç bıraktığı ruhları tanıdık bir metotla doyurmaya ve yeninin çevresini saran sarmaşık otları, ağacı derinden çürütmeye başladı. Burada yargılanması gereken mazlum modern kadar, kadim cevabı köhneleştirip tabulaştıran zalim dindardır da aynı zamanda.

Modern, doğayı anlamlandırdığım dini kendi “izm”leriyle doldurunca, tercümesini “kendi dilim” olarak var ettiğim hayatı dolayısıyla kelimelerimi aldı elimden. Oğuz Atay’ın tabiriyle her anlama gelmeyen kelimeler kuşatmaya başladı çevremi, bulmacada olduğu gibi 4 harflik cevaplara 5 karakterle cevap vermeye çalıştı insan, başaramadı. Doğan boşlukta kendi kayboldu. Amentü şiirinde ifade edildiği üzere aşk, ölüm, su, hava ve toprak yalnızca kanın damardan kesildiği gün yeniden yorumlandı.  Fikrimce, bu boşlukları doldurabilecek en yetkin dile “dünya dili” dediler, bizim dili de ona çevirdiler. Laboratuvarların kesin sonuçları için hiçbir şey fark etmedi ancak ata ayakkabı yapan bir ustanın küçük dünyasını, arabaya ayakkabı ürettirmek için yıktılar. Böylece dilsiz kalan kitleler, akıllarını da yitirdi. Kendini aramak iddiasında olana da yalnızlık ganimeti kaldı bu savaştan ve “kaybetme korkusunun kokusuna aşina, düşmeyi düşleyen düşkünler”* bu çağın ezilenleri oldular.

Ve Modern, köyümü aldı benden. Uyuma, ısınma, yetişme telaşesi arasında kendini avutmaya alışmış topluluklar türedi. Eskinin zevkini, yeninin acelesi aldı. Her şeyin fazlasını istediler, insanın bile… Fazla insanın ölümü de, Tanrı’nınki kadar büyük oldu. Modern insana okuyacağı okulu, çalışacağı büroyu ve fabrikayı kurdular, ayrıca sahibi olmakla övüneceği teneke ve beton yığınlarını da zorunlu kıldılar. Eskinin hastalıklı tozlarını halen barındırıyorsa diye hastane ve hapishaneyi de ihmal etmediler. İşte, tamamı beş duvarla sınırlandırılmış olan bu yapıların sahiplerinin ufku da beş duvar genişliğindeydi. Hani derler ya “eskiden böyle miydi?” Böyle değilmiş gibi hakikaten, dört duvardan önce kocaman bir kapının ve geniş bahçenin karşıladığı evlerin tavanları bile insanın ruhunu açacak kadar yüksekti. Eski insanın kalp deryasının enginliği, Weber’in teşbihiyle “demir kafeslerin ardına hapsolmuş” yeni insanla tabi ki aynı olmayacak ve fakat sonuçta “insanın” o genişliği yaşama ihtiyacı hiç bitmeyecek. Zannımca, insanı zevksiz şehirlerden doğaya çeken de doğanın bozulmamış mimarisidir, belki yine bundandır insanın yeninin içinde eskinin zevkini koruma ve sergileme çabası.

Modern insana kızgın değilim, kırgınım. Kendileri ve kendim adıma kırgınım. Onlardan beklenen bu düzene başkaldırı değil, sadece bir nebze farkındalık. Oğuz Atay’ın anlamsız kelimelere ve tehlikeli oyunlara serptiği o amansız çığlığı, karakterlerinin ölümüyle ölümsüzleştirmesine küçük bir dikkat sadece. Umutsuz ise asla değilim çünkü Yunus Emre’nin ifadesiyle aşk geldiğinde cümle eksiklerin tamam olduğu gün “tamamlanmamış” denen modern de noksanını giderecek ve Necip Fazıl’ın kelimeleriyle “bir devrim -aşk devrimi- evvela devrimi devirecek”

 

*Bu mısralar, Zümrüdüanka Dergisi Haziran sayısının “Sonra Şehre Yağmur Yağdı” adlı yazısından alınmıştır.

 



Paylaşmak Güzeldir:

Taha Öner
Taha Öner
Kısacık ömürde en üstte tutulması elzem olan değerin “insan” olduğu kanısında, bu yüzden vaktini genelde insanı ve kendini tanımaya harcar. Sınırının sınırını aramaktadır. Ahdiyse adalet üzeredir. Kendi varlığını incitmeyen geleneğin her zerresine tutkundur. Bundandır ki kendisini aynı anda hem Romalı hem Osmanlı olarak tanıtır, bu tezat onu mahallesiz bırakmıştır fakat bu hale direnmeye devam etmektedir. Yolunun yordamıysa “Aşk gelicek cümle eksikler biter” inancıdır.