Konuk Yazar: Raif Eser
Farklı yerlerde bulunan kütüphanelerden henüz çıkmışlardı. Gözlerini ovuşturmak üzere kapattıklarında kendilerini hafif bulutlu gökyüzünün altında buldular, iki yanlarında ufku bile aşan çimenler seriliydi.
Başlarını yana çevirdiklerinde göz göze gelip bir daha ovuşturdular gözlerini. Ne kadar bakıştılar acaba? Zaman burada farklı işlediğinden bilmiyorum ben de ama epey uzum sürdüğünü söyleyebilirim. Hem de yürüyor olmalarına rağmen…
Anlaşmışçasına başlarını aynı anda yine ufkun ötesine uzanan taş yolu incelemeye koyuldular. Farklılık sunmadığından olsa gerek pek sürmeden önlerine bakıp devam ettiler.
İlk konuşan Mert oldu:
—Demek senmişsin Hale…
—Demek senmişsin Mert…
—Diyecek başka bir şeyin yok mu?
—Senin varsa dinlemek isterim, buyur.
—İnanıyor muydun?
—Yol’a mı? Pek sayılmaz. Bazı insanlar benzer rüyalar görüyor, sanıyordum. Hâlâ görüyor muyum diye düşünmüyor değilim.
—Sence ben gerçek değil miyim?
—Mesele o değil. Gerçek duruyorsun durmasına ama alışamadım daha. Sen inanıyor muydun?
—Evet, yıllardır bekliyordum.
—Beklediğine değdi mi?
—Bilmem, değecek biri misin?
Hale konuşacak gibi olduysa da vazgeçti. Yukarı bakıp düşüncelere daldı. Mert ise tüm duygularını saklayarak ilerlemeye devam etti.
Sessizliği bozan Hale oldu bu sefer:
—Ben de bilmiyorum. Hiç sevgilim olmadı. Senin?
—Oldu.
—Kaç tane?
—İtiraf etmek isteyeceğimden fazla.
—Neden?
—Her kitap kapağıyla yarattığı vaatleri karşılamaz. Senin niye hiç olmadı?
—Çöle düşmüş kişi vahayı görene kadar nerede olduğunu bilmez.
—Vaha gözüktü mü peki?
—Bilmem ama kum fırtınasında olmadığım kesin. Doğru kitabı buldun mu?
—Bilmem ama ilk sayfasında bırakmayacağım kesin.
Acaba sessizlikleri ne kadar sürdü? Keşke bilsem de anlatabilsem. Neyse ki Hale tekrar başladı konuşmaya:
—Biz niye yürüyoruz?
—Durmak mı istersin?
—Meraktan sordum.
—Yol devam etsin diye.
—Efendim?
—Yol devam etsin diye yürüyoruz.
—Durursak?
—Yol bitiyor diye okumuştum.
—Bitmesini istemiyor musun?
—Bir hediyeyi çöpe attın mı hiç?
—Hayır ama birçok kötü hediye gördüm.
—İçini görmediğin bir hediyeyi çöpe attın mı hiç?
—Hayır. Ama ya beğenmezsem?
—Ya beğenirsen?
Hale duraksayıp cevapladı:
—Belki de kutusunu saklarım.
—Değil mi?
Ve yine uzun bir sessizlik…Alıştık bence hepimiz. Sohbeti Mert başlattı yeniden:
—Gerçekten de hiç değişmiyormuş burası.
—Emin misin?
—Bir farklılık görüyor musun?
—Gözle olmasa da evet.
—Öyle mi?
—Evet. Gördün mü sen de şimdi?
Bu sefer Mert bir süre duraklayıp konuştu:
—Sanırım evet.
—Bir insanı tanımanın en iyi yolu beraber seyahat etmekmiş diye duydum.
—Ne doğru demişler.
Sessizlik bu sefer daha da uzun sürdü. Kat ettikleri mesafeyle acaba dünyayı kaç kez dolaşırlardı? Hiçbir zaman öğrenemeyeceğiz. Öğrenmemize gerek de yoktur belki.
Mert birden durdu. Hale de durup ona baktı. Sessiz bir bakışmaydı yine. Neler neler anlattılar birbirlerine o anlarda.
“Yol’umuz bu kadar mıydı?” diye sordu Hale.
“Bu yolumuz bu kadardı.” diye cevap aldı.
Hale gülümsedi: “Sanırım şu anlık bununla yetinebilirim.”
Duraksadı, ardından ekledi:
—Vahayı buldum sanırım.
—Ben de doğru kitabı. Yarın okulda görüşürüz.
—Görüşürüz.
Farkında olmadan gözlerini ovuşturup geldikleri yerlere döndüler.
“Peki sonra ne oldu?” diye sormak isteyebilirsiniz. Hakkınızdır. Cevap vermemek de benim hakkımdır zira önemli mesuliyetlerim var. Yol’u arşınlayacak yeni ziyaretçilerim gelecek neticede…