Bugünün konusu bence o olmalı ya, o olmazsa çünkü bu ayıma ihanet etmiş olurum…
[SPOILER YOKTUR]
Sevgili Denzel Washington, öncelikle bana bu yazıyı yazdıran o muazzam oyunculuğuna teşekkür ederim. İçinde ismin geçen her türlü videoyu izlemeye yemin etmiş birisi olarak, karşındayım. Bugün bahsedeceğim konular içerisinde aslında neden bu adamı ayrı bir şekilde yazı yazacak kadar önemli gördüğümü anlatacağım.
Bazı aktörler vardır, sahneye çıktığı anda tüm perdeyi sahiplenir. Denzel Washington da tam olarak böyle bir oyuncu. Karizmasıyla gözünü kırpmadan izleten, duruşuyla sanki ekrandan çıkıp izleyicinin yanına oturan biri. İşte bugün, ona olan hayranlığımı pekiştiren dört film üzerinden neden bu kadar etkileyici olduğunu anlatacağım. Ama korkma, spoiler vermeden. Sadece bu üç filmden aldığım hisleri ve “neden izlemelisin” sorusuna cevap olacak birkaç not paylaşacağım.
Adalet (The Equalizer)
Denzel’in o kendine has adalet anlayışını en çarpıcı şekilde sergilediği filmlerden biri. Adaletin her zaman yasalardan gelmediğini, bazen bir adamın duruşunun bile dünyayı değiştirebileceğini hissettiren sahneler var. Burada mesele, sadece dövüş sahneleri ya da aksiyonun dozu değil; baskın bir karakterin sessiz gücüyle nasıl bir karmaşayı çözebildiğini görmek. Washington, ekranı öyle bir dolduruyor ki bazen tek bir bakışı bile cümlelerden daha ağır.
Bu film izlenirken kahve içilir. Nedeni yok, sadece kahveyle oturmalı ve izlenmeli.
Roman J. Israel, Esq.
Burası Denzel’in oyunculuk dersi verdiği nokta. Roman karakteri, alıştığımız sert, sert olduğu kadar da karizmatik Washington imajından biraz uzak. Ama buradaki esas nokta şu: Bir oyuncunun karaktere nasıl hayat verdiği. Roman’ın kendine has tavırları, idealist duruşu ve hayatın ona sunduğu sürprizler içinde bocalayışı izleyiciye tokat gibi geliyor.
Bu filmi izlerken “Denzel Washington sadece aksiyon oyuncusu mu?” diyen birini yanına al ve filmi başlat. Son sahneye geldiğinde cevabı kendiliğinden bulacaktır.
Tanrının Kitabı (The Book of Eli)
Bu filmle ilgili söylenmesi gereken ilk şey şu: İyi bir film sadece iyi sahnelerden ibaret değildir. Bazen atmosferi, bazen hissiyatı, bazen de tek bir oyuncunun kattığı ruh filmi unutulmaz yapar. Ve Tanrının Eli, tam olarak böyle bir film.
Denzel Washington’un olaya nereden dahil olduğunu bile hissetmeden, yavaş yavaş içine çeken bir hikâye var burada. Washington’un her filmde olduğu gibi burada da ekranı sahiplendiğini, karaktere ağırlık kattığını ve izleyiciye bir şeyler düşündürmeyi başardığını göreceksin.
Bu filmi izlerken ara sıra durup düşünmen gerekecek. “Bu sahne aslında ne anlatıyor?” diye kendi kendine sorman muhtemel. Ve Denzel’in olduğu yerde sadece gözle izlemek yetmez, hissetmek gerekir.
Bazı oyuncular vardır, sadece film çekmez; hikâye anlatır. Denzel Washington, o oyunculardan biri. Ses tonu, beden dili, gözleriyle kurduğu iletişim… Her filminde başka bir karakter olmasına rağmen her seferinde seni içine çeken bir güç var. Eğer bugüne kadar herhangi bir filmini izleyip “Tamam, artık Denzel’i yeterince tanıdım” diye düşündüysen, büyük ihtimalle yanılıyorsun. Çünkü her performansında bambaşka bir derinlik bulabileceğin bir aktör o.
Ve eğer hala bir Denzel Washington maratonu yapmadıysan, bugün o gün olabilir.