Devam Filmleri vs İlk Filmler
Aralık 4, 2024
Bir Bedellinin El Kitabı
Aralık 4, 2024

Özgür İrade Çıkmazı

Özgür irademizin olduğu ya da olmadığı bir tartışma konusu olmuştur. Özgür irade, seçim yapabilme özgürlüğüdür. Düşüncelerimizin, eylemlerimizin ve yaşantımızın iplerinin kendimizin yönettiği düşüncesidir. Özgür irade seçim yapabilme gücüdür. Hepimiz seçimler arasında kalırız, çokça kendimizi iki yolun ortasında buluruz ve seçimler de yaparız. Çoğu zaman seçimlerimiz bize aitmiş gibi gelir. Bize özeldir, bizle bütünleşmiştir. Fakat bazı zamanlar da bize ait değilmiş gibi gelir seçimlerimiz. Hatta kendi varlığımız dahi öteki gibi hissettirir. Depersonalizasyon bir noktaya kadar çoğumuzun hissettiği normal bir durumdur elbette. Bu deneyimler arasından sakince geçerek soruyoruz peki, cidden özgür irademiz var mı?

Özgür iradeye dair tartışmalar temel olarak birkaç argüman üzerinden ilerler. Özgür irademizin var olmadığını düşünen taraf olaya materyalist bir bakış açısı ile bakar. Beyindeki düşünce ve kararları oluşturan şey nöronlar arasındaki belirli kimyasal değişimler ise bu değişimler tahmin edilebilir. Bu değişimler tahmin edilebiliyorsa, yüksek bir işlemci gücüne sahip bir bilgisayar; bireylerin on yıllar sonra bile ne düşüneceğini tahmin edebilir. Şu an hava durumu gibi karmaşık problemleri çözemeyen insanlık için bu nokta çok uzak olabilir. Bir gün insanlık karmaşık problemleri daha iyi çözümlemeye başladığında irademizin sınırlarına ulaşabiliriz. Nasıl mağara adamları için hava durumunu tahmin etmek imkânsız ve mistik bir olay ise şu an geleceğe dair seçimlerimizin kimyasını hesaplamak da bizim için uzak görülüyor olabilir. Bir şeylerin imkânsız gözükmesi onların var olamayacağı anlamına gelmez. Bizler anlamlandıramadıklarımızın sınırlarını mistisizm ile çizeriz. Ruh da bu özgür irade probleminin bir yansımasıdır. Dünyada kimse tam olarak bilincin ne olduğunu anlayamamıştır. Bu anlayamama halini beynimiz güvensiz bulur ve anlamak için öyküler yazar. Bu mistik düşüncelere yanlış demiyorum hatta bazılarına ben de inanıyorum, bazılarına da inanmak istiyorum. Demek istediğim bilmediğimiz. Bilinci, düşünceyi, insan olmanın bilimsel sınırlarını bilmiyoruz. Fakat hayata bu kadar mekanik bakmazsak, deneyim bazlı düşünürsek kendimizin varlığına ve eylemlerine hakimiz gibi gelir bize. İşte bu da özgür iradenin varlığı üzerine yönlendirir bizi. Eğer özgür irade gibi bir kavramı düşünebilecek kadar karmaşık beyinlere sahipsek, deneyimlediğimiz özgür seçimler hissi gerçek olabilir. Evrimsel olarak bu irade özgürlüğünün faydasız olması ya da bir faydası olması da deneyimlediğimiz şeyin niteliğini değiştirmez çünkü özgür iradenin evrimi doğada bir fayda sağlamasa da var olmuş olabilir. Sonuçta hepimiz bir ara formuz. Beynimizdeki özgür iradenin evrimi bir varyasyon olabilir. Yani bu özgür iradenin evrimi bize nükleer silahları ateşleyen düğmelere özgürce basmamıza neden olacak ve türümüzün sonunu getirecek olan evrimsel bir basamak olabilir. Yani özgür iradenin görece kötü ya da iyi bir şey olması deneyimleri değiştirmez. Deneyim deneyimdir. Apandis arada tıkanabilen, iltihaplanabilen hatta perfore olup hayatımızı tehdit edebilen bir organ olmasına rağmen her genel cerrahın oldukça iyi bildiği gibi varlığı kesindir. Yani bilincin evrimsel olarak gereksiz olduğunu savunanlar, bir sonraki argümanlarını apendektomi geçirmiş bir hastaya apandisin evrimsel olarak gereksizliğine dayanarak, varlığının olmadığını kanıtlamaya çalışabilirler. Peki ya hangisi doğru? Bizler birer karınca kolonisi miyiz, yoksa üstün işlevleri olan bir beynin özgürce seçtiği seçimler miyiz?

Özgür irade konusunda çok tartışılabilir, oldukça fazla söz söylenebilir. Bu tartışmaların çoğu da artık tüketilmiş argümanlardır. O yüzden bu yazı özgür iradenin tümden varlığını ya da yokluğunu savunmak amacıyla yazılmıyor. Bizlerin basit makineler olduğunu ve medeniyetimizin koca bir karınca kolonisinden öte bir anlamı olmadığını söylemiyorum. Öte yandan deneyimlerine sonsuz güvenen bir yogi de değilim. Hibrit bir teori savunuyorum. Bir özgür seçimler silsilesi içinde olduğumuz doğru olabilir. Bu seçimlerin ne kadarının bize ait olduğu belki de asıl tartışılması gerekendir. İnsan toplumlar içinde yaşar ve bu toplumlardan etkilenmesi, düşüncelerini bu toplumlara göre şekillendirmesi gayet doğaldır. Özgür iradenin varlığına toplumun bireye olan etkileri belki göz ardı edilebilir. Fakat modern toplumlarımız çok karmaşıktır. Günümüzdeki toplumlar bu karmaşıklık yüzünden insanın bütünün küçük bir parçası olduğu bir işleyişle çalışmaktadır. Bu yüzden özgür irade eğer yoksa materyalist fanteziler argümanı ile değil toplumun bireye müdahalesi yüzünden yok sayılabilir. Modern toplum bireyi kendi içine almış, eritmiş ve bir büyük makinanın çarkı olarak yeniden şekillendirmiştir. Toplumun bireylerin sınırlarını yok etmesini, onlara uygun bir yer sağlamasını eleştirecek değilim. Sonuçta aya bayrak diken taş devri insanları değildi.

Toplumun üzerimizdeki etkisi gerçekten de özgür irademizi sınırlamaktadır. Aylık yirmi bin lira karşılığında bir fabrika binasının içinde sabahtan akşama otuz gün boyunca hiçbir şey yapmadan sadece çalışanların ayakta durmasını satın alabilirsiniz. Bu yukarda yazdığım ayakta duran çalışanlar fikri sizi rahatsız etmiş olabilir. Peki ya bu iş teklifi için aylık yüz bin lira verilseydi, kabul eder miydiniz? Tüm gün bir boş fabrika binası içinde sabah dokuzdan akşam on yediye kadar hiçbir şey yapmadan ayakta durmak karşılığında tam yüz bin lira. Kulağa kötü gelmiyor. Hele bu aylık kazancı iki katına çıkartırsak tüm ülke bu iş için sıraya girecektir. Bu paralar bizlere büyük gibi gözükebilir. Oysa Elon Musk gibi zenginler için aylık üç dört bin dolarlık bu harcamalar bir hiçtir. İki yüz milyar doları olan biri binlerce kişiyi yıllarca bu şartlarda çalıştırabilecek güce sahiptir. Hatta fiyat yüz binden asgari ücret seviyelerine düşerse yüzbinlerce kişinin saatlerini satın alabilir. Sorumuzu yineliyoruz, aylık iki yüz bin lira karşılığı bir fabrikanın tam ortasında ayakta duruyorsunuz, saat on iki yani sabahtan beri beş saattir ayaktasınız. Fabrikanın içinde ayak sesleri duyuyorsunuz. Yanınıza biri yaklaşıyor. O kişi benim ve soruyorum. Özgür iradeniz var mı? Bu ayakta durdurma işini çok daha ucuza yaptırtabilirsiniz. Fabrikaya özel aydınlatmalar koydurttuğunuzu insanlara söyleyin. Bu aydınlatmaların altında beş saat kalmanın ömrü uzattığını iddia edin. Elinizdeki maddi kaynakları işçi ücretlerine değil reklamlara aktarın. Bu propaganda karşısında fabrikanızın önünde sıra olacaktır. Çok absürt gelmiş olabilir tüm bu yazılanlar. Fakat elinizin altındaki telefonlara bakarsanız günlük en az 4-5 saat ekran süreniz olduğunu fark edeceksiniz. Her gün bir hiç için zaten saatlerimizi harcıyoruz. Hem de bedavaya. Bizler halihazırda Elon Musk’ın fabrikasındaki ayakta duran çalışanlarız aslında. Telefonlar vakit öldürme araçlarından çok daha öte aygıtlardır aslında. Bir propaganda cihazıdır en temelinde.

Propagandaya her gün maruz kalıyoruz. Hayat birilerini bir şeylere ikna etmek üzerine kurulu zaten. Doğduğumuzdan beri sürekli bir şeylere ikna edilmeye çalışıyoruz. Bunu gizli güçlerin yaptığını söylemiyorum. Bize uygulanan propaganda oldukça bariz ve meşru. Bizler hayata başladığımız andan itibaren çok güçlü bir yapı olan devletle yüz yüzeyiz. Doğduğumuz anda bir yerin vatandaşı oluyoruz. Vatandaşı olmaktan öte bir anlatının ögesi haline geliyoruz. Türkiye’de doğan bir çocuk kendini birden belli kavramların içinde bulur. Bu anlatılar onun kişiliği olur. Orta Asya’dan gelen bir kavim, devletler, kişiler, liderler, bayramlar… Aynı çocuk ABD’de doğsaydı bambaşka anlatılar onu tanımlayacaktı. Bu eleştirilecek bir şey değil. İnsan yaşamak için hikayelere ihtiyaç duyar. Devlet de bu hikayelerden sadece birisidir. Devletlere inanmamak bile bir ideolojik görüş oluşturur ve bu da bir anlatıdır. Devletler dünyanın en güçlü adamından bile çok daha güçlüdür. Meşru şiddet uygulama yetkileri dahi vardır. Devletler bizi kendi istediği gibi eğitir. Bizi kendi sisteminin içine entegre eder. Devlet sizi bir fabrikanın ortasında tüm gün ayakta tutmasa da; askere gönderebilir, neye ağlayacağınızı ve neyden nefret edeceğinizi seçebilir. Bir devlet eleştirisi yapmıyorum. Merkezi otorite, kanunlar, milli eğitim, toplumların ortak duyguları insan refahı için gerekli şeylerdir. Fakat özgür irademiz ve bize çizilen sınırlar bağlamında baktığımızda, devletlerin bizim yapabileceklerimizi hatta düşünebileceklerimizi dahi kalın çizgilerle sınırladığı söylenebilir.

Telefonlar, devletler, güçlü zenginler… İnsan iradesi üzerinde birçok farklı etkenin olduğunu söylüyoruz, peki neden ve kimler bizim özgür irademiz üzerinde söz sahibi olmak istiyor? Ellerimize telefonları tutuşturan, bize çocukluktan beri propaganda aşılayan, milyarlarca dolar servet edinen gizli güçler kim? En basit cevap ile yine biziz. Devletleri şekillendiren, ürünleri satın alıp zenginleri yaratan, her gün sosyal medyaya girmek için saatlerini harcayan yine biziz. Biz talep ediyoruz, serbest piyasa ise arzı oluşturuyor. Otoriter liderler fantastik hayaller ile toplum mühendisliğine kalkışsa da, toplumu değiştirmek oldukça zor. Çoğu toplumsal süreç doğal olarak gerçekleşiyor. Peki biz neden günde dört saat telefona bakmayı tercih ediyoruz ya da toplumlar hakkında kolektif hikayeler yaratıyoruz? Bunun cevabı ise yine insan doğasına dönüyor. Günde dört saat sosyal medyaya bakıyoruz çünkü sosyal medya beynimizi hipnoz ediyor. Aynı şekerli yiyecekler gibi. Zararlı ama beynimiz glikoza bayılıyor. Bir kısır döngü oluşuyor, her geçen gün daha fazla telefona bakmak istiyoruz ve her geçen gün daha iyi algoritmalar çıkıyor. Toplumlar üzerine kolektif hikayelere inanmak istiyoruz ve her geçen gün daha iyi hikayeler yazıyoruz. Olaylara bir birey gözünden bakmak özgür iradeyi anlamak konusunda yetersiz kalıyor. Bizler bireysel tercihler yapıyoruz ama esasında kararlarımızı kolektif tercihler şekillendiriyor. Bana ilkokulda öğretilenlerin ne olacağını benden bir önceki neslin kolektif kararları belirledi. Benden sonraki nesillerin nasıl eğitileceğini de bizim neslin kolektif kararları belirleyecek. Otoriter bir yönetim propagandayı kendi kafasına göre belirlemeye çalışsa da uzun vadede toplumsal olan ortak iradenin önünde durması oldukça zor.

Bizler birer karınca kolonisiyiz ama anlatılar üretebiliyoruz. İşte insana ait olan bu kısıtlı özgür irade gelişimi getiriyor. Bundan on bin yıl önce de karınca kolonileri aynı şekilde kuruluyordu ama on bin yıl öncenin insan şehirleri ile şu anın metropolleri arasındaki fark en uç bilim kurgu kitaplarında dahi hayal edilememiştir. Yani aya çıkma fikrini bize bizden başkaları veriyor olabilir fakat başkalarının hikayeleri üzerine kendi özgün hikâyelerimizi, umutlarımızı ve arzularımızı katabildiğimiz için aya çıkanlar yeni nesiller oluyor. Marsa gidecekler, kanseri çözecekler, toplumlar ve insanlar arasındaki eşitsizliği çözenler, özgür iradeleri ile geçmişin fikirlerini harmanlamayı başarabilenler olacaktır.



Paylaşmak Güzeldir:

Atahan Sır
Atahan Sır
İzmir Ekonomi Üniversitesinde Tıp Fakültesi öğrencisidir. Panik yapmaya gerek olmadığına ve insan uğraşlarının amaçlarının temelde haz almak olduğuna inanıyor. Nesilden nesile aktarılmış olan bilinmezlikle uğraşma sırasının bizlerde olduğunu düşünüyor. Birçok arayışımızın dalgaların kumsalda bıraktığı izlere sınırlar çizmek olduğuna inansa da, cevaplardan çok bu insan uğraşına odaklanıyor ve insan oyalantısının sınırlarını anlamaya çalışıyor. Her şeyin ötesinde yıldızların birinde bizim gibilerin olduğunu düşlüyor.