Bedel ödendi arkadaşlar. Vatan borcu yerine getirildi. Şimdi ise gelecek devreleri bilgilendirme, onlara tecrübe aktarma vakti. Gitmesi gerekenler askerde ne ile karşılaşacağını kestiremiyor. Gidemeyenler de nasıl bir ortam olduğunu tahayyül edemiyor. Ümit ediyorum ki bu vesile ile hem bedel ödeyecek arkadaşlar hem de askerlikten muaf dostlar bir şekilde askerliği anlamlandırabilecekler…
Ben 2024/9 celp olarak Ekim 17 – Kasım 17 arası askerlik vazifemi ifa ettim. Görev yerim acemi birliği olan Alaşehir Ulaştırma Eğitim Alayı idi. O yüzden tecrübelerim kimi noktalarda imtiyazlı durabilir. Önce bir Alaşehir üzerine izlenimlerimle girizgâh yapayım sizlere.
Alaşehir, Manisa’nın doğusunda yer alan, Manisa merkeze bile belki en az 2 saat mesafede olan bir yerleşim yeri. Nüfusu 100 bin – 150 bin aralığında. Belki duymuşsunuzdur, Alaşehir alkol üretiminde önemli bir merkez. Zannediyorum ki ana üretim rakı etrafında. Denizli’nin Buldan ilçesi üzerinden Manisa il sınırına giriş yapıp Alaşehir’e yol aldıkça göreceksiniz ki bütün ova göz alabildiğine üzüm bağları ile donatılmış, yeşil yeşil parlıyor. Burada yetişen üzüm çeşidi Sultaniye üzümü diye geçiyor. Yanlış hatırlamıyorsam beyaz şarap üretiminde de kullanılıyor bu üzüm. Market reyonlarında görebilirsiniz. Ama o reyonlarda bulamayacağınız bir şey var, o da “Fasıl Rakı”sı. Tarım İşletmeleri üretimi olan, yalnızca TARİŞ’in ilçedeki tek marketinde satılan, nispeten ucuz ama temiz bir rakı.
Şehre yolunuz düşerse bir geleneksel Osmanlı yemeği olan “kapama”yı denemelisiniz. Bol yağlı bir yemek, satan yerler hep esnaf lokantaları. Bu yüzden çoğu, akşam 6 gibi kapatmış olabiliyor. Alaşehir nüfusuna rağmen küçük bir yer gibi duruyor. Şehir merkezinde sokaklar bir hayli dar. Küçük görüntüsüne rağmen Alaşehir meyhane bulmanın zor olmadığı bir yer. Aydın’da ve ilçelerde örneğin alkol almak, meyhane bulmak kolay değil. Nazilli’de bile son 10 sene içinde ilk kez birahaneler açıldı. Bu tür mekanlar normalde şehir içinde asla yer almazdı. Alanlar da geçmişte “gazinolar”dı.
Alaşehir’de iki gece kaldım. Bu iki gün hem Alaşehir’de hem Kula bölgesinde gezme fırsatım oldu. Sonra geldi ayın 19’u, yani teslim olma günüm. 17 Ekim deyince karışmış olabilir kafanız. 17 Ekim sevk tarihi oluyor. Sevk belgesini 1 hafta önceden E-Devlet üzerinden oluşturmanız veya askerlik şubesinden temin etmeniz gerekiyor. Son güne bırakırsanız askerde bakaya kalırsınız. Yani askerdeki idari izinleriniz yanar. 17 Ekim sevk günü, daha sonra 1 gün de sizlere yol izni veriliyor. Böylece başlangıç, sevk eden askerlik şubesine göre 19 Ekim veya 20 Ekim oluyor (Örneğin Malatya’dan geliyorsanız). 19 Ekim sabahı belediye meydanında anonslar geçilmeye başlandı: “Ulaştırma Eğitim Alay Komutanlığına giden araçlar meydandan kalkacaktır.”
Ben babamlaydım, biz arabayla alaya gittik. Zaten orada hızlıca vedalaşıp içeriye doğru yöneldim. İlk aşama telefon kontrolü. Arkadaşlar askerde yalnızca tuşlu telefon ve asker hattı serbest. Eğer telefonu kendiniz getirdiyseniz ve hattınızı önden asker hattı olarak ayarladıysanız orada kontrol edilir. Üzerine “Yasal Hat” bandrolü yapıştırılır. Sivil hattınızı test ettirmeyin. Asker hattınız yoksa ya da kendi hattınızı sınırlandırmadıysanız orada satanlar oluyor, onlardan alabilirsiniz. Askere girdikten sonra hattı çıkartıp şahsi hattınızı yine takabilirsiniz. Asker hattı oldukça kısıtlı çünkü. Hafta içi yalnız 18:00’den sonra arama yapabiliyorsunuz. O da zaten çekerse. Gerçi çekmesinden de önce şebeke bulma (Turkcell, Vodafone, Türk Telekom vs.) sorunu oluyor. Bir zaman sonra sorun kalmıyor ama tuşlu telefonlar takdir edersiniz ki dert. Yeni hatlar, eski telefonlar… Bir de aksi gibi ses kalitesi de kötü. Dedeler bu telefonlarla iyi idare ediyorlar.
Telefon aşamasını da geçtik. Sonra nizamiyeden girerken (ana giriş kapısı) bir X-Ray taraması ve 6 aylıklar tarafından valiz kontrolü yapıldı. Daha sonra nizamiyede ziyaretçi masalarına doğru yöneldik. Orada valizi yere koyup uzun bir süre sonra kavuşmak için ayrıldık. Önce askerlik için sıraya girip bilgilerimizi verdik. Burada Excel’e senin hakkında bazı bilgileri geçiyorlar. Sonra dışarı çıkıp 20 kadar kişi bekledik güneşte (Nasıl başladıysa öyle gidiyor). Daha sonra bizi ziyaretçi alanına alarak birkaç belge imzalattılar. Bir sıra belge imzalandı sonra bir başka sıra belge imzasına geçildi. En son da menenjit aşılarımızı hızla vurulup kıyafet almaya geçtik. Kaos burada başlıyor.
Yaklaşık 10-15 kadar kişi, “Giyindirme” isimli bir alanda, masaların arkasında bekliyor. Her biri askerlere farklı bir şey teslim ediyor. İlk başta kulak tıkacı, diş macunu, şampuan, sabun, tıraş bıçağı gibi küçük ihtiyaçları veriyorlar. Bunları elinizdeki siyah büyük bir torbaya atıyorsunuz. Ama
siz atmayın, torbalar dandik. Bunlar aşağıda durdukça ezilip deliniyor altı. Sonrasında bir adet saç/ yüz havlusu bir adet de duş havlusu alıyorsunuz. Askerde dolaplarda gözükmesi gereken bir gri pijama üstü ile lacivert alt veriyorlar. Gayet kaliteli, gerçekten çok uzun bir süre de kokmuyorlar. Sıcak da tutuyorlar bir hayli. İki adet fanila (kısa kollu, yeşil atlet), bir adet don, iki adet kışlık çorap (Bunlar manyak sıcak tutuyor dostlar). Sonra da en eğlenceli kısmı: Kamuflaj temini (pantolon, parka, gömlek, kep, bot). Diyorlar ki “Botları ve pantolonları deneyin, olmazsa değiştirin.” Ama daha giyinme alanında küfür kıyamet… “Giyin, dışarı çık!” diyorlar. Pantolon dar geliyordu. Giye giye bedenime oturttum artık, yapacak bir şey yok.
Dışarıya çıktık ama artık öğlen oldu, hava inanılmaz sıcak. Ekimin 19’unda Alaşehir’de soğuktan eser yok, hava 25-30 derece. Biz de bu sıcakta sıra olup parkalarımızla bekliyoruz. Sonra gittik valizlerimizi aldık geldik. Biraz daha bir şeyler bekledik, en son bizleri toparlayıp nizamiyeden yaklaşık 10 dakika süren bir yolu takip ederek koğuş bölgesine vardık. Bir yanda siyah torbalar diğer yanda ağır valizler, sürüne sürüne gidiyoruz. Koğuş bölgesine vardık bir şekilde, eşyaları koyduk yere. Koğuş ve mıntıka temizliğinden sorumlu bir komutan içeriden altlı üstlü bir ranzayı çıkarttırdı dışarıya. Yanına bir adet eski tip, bir adet yeni tip dolap da çıkarttırdı. Burada yatak nasıl katlanacak, dolap düzeni nasıl olacak anlattı. Uymadığımız durumda neler olabileceğini de nazik bir dille ifade etti!
Anlatı bitti, içeri geçip yatak hazırlıyoruz. Ranza arkadaşınız sizin “badi” (buddy) oluyor. Onunla beraber hazırlıyorsunuz yatakları ama daha hazırlayamadan yine bağrış çığrış ile dışarı koşturduk, öğle yemeği vaktiymiş. Güzel bir öğle yemeği yedikten sonra odalara geçip hazırlıkları tamamladık. Eşyalarımızı haftada yalnızca 3 gün açılacak olan “Sivil Eşya”ya teslim ettik, ihtiyaçlarımızı dolaba ayırdık.
Daha sonra akşam yemeği içtiması ve yat içtimasını da geçirdik. Tebliğ eden komutanlar ve tebellüğ eden bizler olarak kurallar bildirildi. Askerde tehdit yoktur, ikaz vardır. Aksi durumlar olması hâlinde neler olabileceği hakkında ikaz edildik. Sonra bir şekilde gün geçti, uyuduk. Kolumuzda menenjitin ağrısı ve bünyede halsizlik iki üç gün devam etti. Ancak zaten çok bir şey yapmadık bu zamanda.
İlk başlarda sabah içtiması saat 8’de alınıyordu. İçtimalar, tüm bölüğün (bizimkisi 380 mevcutluydu) bir araya gelip komutanların saydığı saatlerdir. Eksik çıkmaması lazım, yoksa elli defa yine sayılırsınız. Eksik varsa da manga başı veya kişinin badisi eksik kişiye ne olduğunu bilmeli.
Havalar mevsim geçişi ile soğumaya başlayınca kışlada kış saatine geçildi, sabah içtiması 9’a alındı. Güzel bir jestti ama yine de yetmedi. Bir zaman sonra Alaşehir sabahı çok soğuk olmaya başladı. 9’da güneş var ısıtmıyor, en erken 10:30 itibariyle ısınabiliyorsunuz. O vakte dek en az 15-20dk içtima alanında tir tir titriyorsunuz.
İlk günler o meşhur görev ayrımı yapılır: Yazıcılar (Excel işi ile uğraşanlar), dosyacılar (evrak işlerine bakanlar), sundurmacılar (çiftçilik işlerine bakanlar), teknik ekip (elektrikçiler, tesisatçılar vb.), koğuş sorumluları (koğuş temizliğinden sorumludurlar), yemekhaneci (bizim alayda bu kişiler mıntıka, yani alan temizliği yapıyorlardı; yemekhane ile işleri yoktu), silahçılar (silah temizliği ve silah teslimi), helacılar (hela temizleyenlerin başında dururlar, hela temizlemezler), doktor (revirde görevli), eczacılar (yine doktorlar veya eczacılar oluyor), çamaşırhaneciler, giyindirmeciler, kıdemliler (komutanın seçtiği, bizi içtimaya alan kişiler). Roller bu şekilde. Benim önerim hiçbirisi olmamanız yönündedir. Alelade bir muafiyet vermiyor çünkü. Ama benim canım sıkılır diyorsanız girebileceğinize girin, neden olmasın? Hafta sonu da çalışırsınız ama (silahçılar hariç). Bu grupların büyük kısmı mıntıka temizliği yapıyor; yani taş topluyor, toz süpürüyor, ağaçtan düşenleri topluyor, izmarit topluyor vb. Ama çoğunlukla başında duruyor, bizzat yapmıyor. Yine de hafta sonunuzu niye yiyesiniz? Öyle değil mi?
Ama yürüyüş ekibine girin, ayrıcalıklı bir pozisyon. Zaten son haftalarda sabit görevliler (yukarıda saydıklarım), yürüyüş ekibi ve hizmet görevlileri (asıl mıntıka yapanlar) olarak ayrılırsınız. Yürüyüş ekibi bizim alayda ilk hafta sert ve yorucu olsa da geri kalan vakitte gayet zevkliydi.
Mıntıkadan kaçmak için büyük efor sarf etmeyin. Yağmurdan kaçacağım derken doluya tutulursunuz. Kaçabilenler vardır illaki, onlara aldanmayın. Olmayınca olmuyor bazı şeyler.
Kitap götürün yoksa sıkıntıdan patlarsınız. Boş vaktiniz çok olacak. Bir yere kadar langırt, vampir köylü, playstation oynanıyor. Sonrası kalan vakitte uyusan bile o zaman geçmiyor. O yüzden kitap götürmeniz önemli.
Askerde nakit geçmiyor ama yanınızda bulunsun yine. Onun haricinde banka kartınızın mail order ve internet alışverişi özelliğini aktif hâle getirip öyle gidin. Yoksa otomatlardan alışveriş yaparken güçlük çekersiniz.
Yanınızda ıslak mendil ve tuvalet kağıdı olsun büyük boylarda ama abartmayın, yoksa size yük olur. Bizim alayda bu ikisi satılmıyordu. Devamlı 10’lu selpak almak zorundaydık o yüzden.
Askerlik celp tarihlerini Millî Savunma Bakanlığı sitesinden öğrenebilirsiniz. Ona göre eylül – ekim ayları bence çok ideal. Ama ekimde geliyorsanız da tedarikli gelin. Tayt olur, kalın çorap olur, parolü, ateş düşürücüsü olur, vitamin hapı olur… Alın yanınıza ki sağlığınız bozulmasın. Yoksa son 10-12 gün zaten ıkına ıkına geçiyor, iyice kabız olursunuz o hastalık hâliyle. Revire çıkarsanız doktor size muhtemelen istirahat vermez. İlaç verir, hayatına devam edersin. Ancak durum kötüyse hastaneye sevk edilebilirsin. İşte o an güzel arkadaşım, acilde serum yiyeceksen doktora rapor yazdırmayacaksın. Devlet hastanesinden doktor raporu gelmesi demek askerliğin uzaması demek…
Günler birbirinin aynısı, asla geçmiyor. Öğlen 12’de yemekten sonra akşam 17’ye dek istirahatta olduğumuz günler oluyordu. Bu arada tüm koğuş uyuyorduk ama o zaman yine de bir türlü geçmiyordu. Bir ara 31 Ekim’den sonra 32,33 ekim diye devam edecek sandık. “Groundhog Day” filmini belki bilirsiniz, Türkçede “Bugün Aslında Dündü” idi sanırım. Askerlik de öyle. Zaman ve mekanın dışındasınız. FETÖ öldü haberine insanlar inanamadı uzun bir süre. Çünkü medyaya erişim yalnızca askeri gazinodan mümkün, orada da devamlı İsrail-Gazze savaşı vardı. Gündem çabuk değişince yakalayamıyorsunuz.
Askeri gazino demişken Ege’de hayvancılıkla uğraşan arkadaşların kurban satışından sonra gittikleri alkollü, ücra mekânlar değil buralar. Askeri gazino bildiğiniz market. İçeriden selpak, kola, abur cubur vb. tedarik ediyorsunuz. Başka olayı yok. Bir de televizyonlar var. Birinde TRT Spor devamlı açık. Haber kanalı ise zaman zaman açık oluyor.
Askerde radyo sessizlik için büyük kurtarıcı oluyor. Alem FM, Best FM, Virgin Radyo vb. bizlerin gönlünü müziklerle hoş tuttu. Zaman zaman büyük maçları da radyodan hayal gücüyle takip ettik. Bunu hayatınızda yaşamak mecburiyetinizde olacağınız çok bir an olmaz, bu sebeple kıymetli bir faaliyet askerlik vazifesi.
En cafcaflı yanı hiç şüphesiz o meşhur G3 tüfeğiyle üç atım yaptığımız andı. Ama silahlar biraz eski, herkes hepsini atabilecek şansta olamadı. Bendeniz 25 m’den bir kez kâğıt üstündeki hedefi vurabildim. Diğerleri de kağıtta alakasız yerlere gitti fakat hiç vuramayanlar olduğunu da düşünürsek yine iyi bence, rahat uyuyabilirsiniz. G3’ün korkulacak bir yanı yok. Geri tepme, omuz çıkması bunlar da şehir efsanesi. Ancak gözünüze dikkat edin, er kundağından iyi kavramak lazım, gözü hafif geride tutmak gerek.
Bizim askerliğimizde duş süremiz 15 dakika idi ve sular sıcaktı. Duşlar ikiye ayrılıyor: İhtiyaç duşu ve zorunlu duş. İhtiyaç duşu sabah ve akşam 5-7 arası oluyordu. En güzel saatleri sabah, suyun kaynar aktığı vakitler ama hava soğuk, iyi kollamak gerek kendinizi. Zorunlu duş saatleri ise yalnızca sizin bölüğe ayrılan bir saatte duşa gittiğiniz zamanlar oluyor. Örneğin öğleden sonra 2-5 arası yalnızca benim bölüğüm (İkinci Bölük) girebiliyordu. Muafiyet almak zordur.
Komutanların tutum ve tavrını ben gayet hoş buldum. Sizi “bedelli” olduğunuz için ayıran eden yok. Onlar gözünde yine eratın parçasısınız. Her ne kadar kendinizi ciddiye almasanız da onların size yaklaşımı sizin hislerinizi de değiştiriyor. O askerlik ruhuna girmeye başlıyorsunuz.
Yürüyüş takımı çalışmaları başladıktan sonra birtakım marşlar ezberleyip yürüyüş antrenmanları yapıyorsunuz. Örneğin tören giriş alanına doğru yürürken yürüyüş kararı okuduğunuz kısa marşlar oluyor:
“Aziz şehitler ruhunuz şad olsun”
“Güçlü ordu güçlü Türkiye”
“Şehitler ölmez vatan bölünmez”
“Sol sağ (komutan), bir ‘ki (bölük); bir ‘ki (komutan), üç dört (bölük)”
“Aslanlar (komutan); hey (bölük); kaplanlar (komutan); canavar bunlar (komutan); hey hey hey (bölük)”
“Şan şeref ikinci bölük”
Saydıktan sonra yürüyüş kararıyla şöyle devam eder:
“Olmadı (komutan); bi’ dahaa! (bölük); olmadı (komutan); bi’ dahaa! (bölük). Say! (komutan)” der ve tekrar marş söylenir.
Bir de size naçizane ulaştırma marşımızı yazayım hazır aklımda tazeyken. Biraz son dakikaya yetişmiş bir marş gibi ama yine de marş marştır:
“Karadan, denizden, havadan ulaşırız
Dağlardan, taşlardan, tepelerden yılmayız
Durmayız hep ileri, ileriye koşarız
Ulaştırma görevi birinci ödevimiz
Gürleyen sesimiz, çelikten bileğimiz
Harekâtın desteği ulaştırmacıyız biz
Hedefimiz dağları, denizleri aşmak
İlim irfan saçarak ufuklara ulaşmak
Durmayız hep ileri, ileriye koşarız
Ulaştırma görevi birinci ödevimiz
Gürleyen sesimiz, çelikten bileğimiz
Harekatın desteği ulaştırmacıyız biz.”
Epey bir vakit oyunlarla kitâplarla askerlik geçiyor. Müzik yok, sosyal medya yok; her gün tek yaptığın yiyip içip yatmak. İnsan ister istemez sıkılabiliyor, “Bitse de kurtulsam!” diyebiliyor.
Ancak o son gece geldiğinde işin rengi değişiyor arkadaşlar. 380 kişiyiz İkinci Bölük’te, en fazla 30’unu tanıyorum, 10-15’i ile yakınım. Ama o gece kıdemli arkadaşlar ufak bir veda hutbesi yaptılar yat içtimasında. Ondan sonra şakasız 380 kişi belki de ilk kez gerçek anlamda yek vücut oldu. Belki çok da kale almayarak okuduğumuz o kısa marşlardan saymaya başladık: “Şan şeref ikinci bölük”, “En iyi bölük ikinci bölük”. İnsanlar birbirini havaya atmaya başladılar, bir yandan aramızda sesi güzel olan bir arkadaş ortaya çıkıp “O Şimdi Asker” söyledi bizlere. Nakaratta herkes hep bir ağızdan girdi tabii.
Askerliği pek farklı ağızdan duyarsınız, çoğunlukla olumlu da değildir. Hatta ben hiç rastlamadım. Ama dürüst olayım ben gayet keyif aldım. Herkesin en azından 1 ay kadar tecrübe etmesini isterim şahsen. Bambaşka bir dünya orası, sivil dünyadan tecrit edildiğiniz. Ancak oradaki anıları başka zaman edinemezsiniz.
Bu yazıyı, sevgili 2024/9 celbindeki devrelerim olan İkinci Bölüğe ve 8. Koğuşta 22 kişi beraber kaldığımız dostlarıma ithaf ediyorum…