Yazarlar: Esra Nalbantoğlu, Damla Hıçkıran
‘‘Üniversitede okuduğun bölümü nasıl seçtiğini hatırlıyor musun? Dış dünyayla ilgili olarak şu an bildiklerinin, farkında olduklarının yarısına bile sahip değildin belki de. Milyon seçeneğin içinden kendini bulabilmek de kolay karar değil doğrusu. Lakin üniversite seçim kararın da aldığın günlük milyonlarca kararın içinden yalnızca bir tanesiydi. Kendi yolunda atacağın adımların kararlarını nasıl veriyorsun? Verdiğin bu kararlar her zaman tutarlı ve bir bütün olmayı başarabiliyor mu? Ya da birbirlerinden ne kadar ayrılıyorlar?’’
Damla ve Esra’nın Uluslararası İlişkiler bölümünü tercih etmek üzerine başlayan konuşması, dünyada neler oluyor ve onlar hayatta nelere nasıl denk geliyorlar sorgulamalarıyla devam etti. Uluslararası ilişkilerin çok farklı alanları ve tarihte uzanan yolları var ve insan bu bölümü okurken hangi yolu kendine daha yakın görürse o yoldan gitmek istiyor gibi düşünceler sonrasına eklendi:
Hem bireysel boyuttan hem toplumsal boyuttan ele alınabilir uluslararası ilişkiler. Adam Smith, Sanayi Devrimi’nden sonra insanın çok rasyonel bir varlık olarak etkisini maksimize ettiği üzerinden gitti ve tüm dengeler verimlilik üzerine kurulmuştu. Ardından 1. Dünya Savaşı patlak verdi: İnsanların öldüğü, devletlerin zarar gördüğü, bireysel ve toplumsal hırsların insanları ele geçirdiği büyük olaylar silsilesi. Dünya bunu atlattı tabii, bir sürü müzakereler, daha liberal ve uzlaşmacı görüşler dünyada hâkim olmaya başladı. 1. Dünya Savaşı’nın zararlarından bahsedip bu kadar her şeye zarar veren bir savaş bir daha yaşanmaz diyordu düşünürler. Belli ki haklı olamadılar ve dünya arenasında hem 1. Dünya Savaşı’ndan kalan siyasi ve ekonomik hırslar hem savaş sonrası bireysel yolculuklar derken totaliter rejimlerle karşılaştı dünya.
Rasyonel olan herkes için iyiyi düşünmek deniyordu fakat dünya sahnesinde bir taraftan Stalin bir taraftan Hitler herkes için iyiye yakınsamayan totaliter rejimleriyle zamana damga vurmaya başlamıştı. En sonunda Nazi Almanya’sında yaşanan kıyımlar herkesi şaşırtmıştı. Savaş bittikten sonra da bu şaşırmalarda anlamlar aranmaya devam etti. Frankfurt School böyle ortaya çıktı. Bu okulda dönemin mevcut sosyal politikalarının, yaşanan siyasi olayları açıklamada yetersiz kaldığı görülerek yeni bakış açıları geliştirildi. Erich Fromm insan nasıl ve neden özgürlükten kaçar anlamlandırmaya çalıştı.[1] Davranışçı bilimler her alana etki etmeye başlamıştı. Mesela davranışçı ekonomi, Adam Smith’in aksine “İnsan nasıl irrasyonel kararlar alır?”ı araştırmaya başladı. İrrasyonel kararlardan ilginç bir örnek de şuydu: Bir deneyde insanların aynı oranda suçlu olduğu ama birbirlerini ihbar ettiğinde iki tarafın da mahkûm edileceği, görmezden gelerek ihbar etmediklerinde ise iki tarafından da serbest bırakılacağı belirtildi. Deney sonucunda ise zanlıların özgürlük için birbirlerini ihbar etmemeleri optimal durumken, zanlılar kendilerini düşünüp korku içinde birbirlerini ihbar ederek ceza almayı seçiyorlardı[2]. İnsan çıpa etkisiyle düşünüyor edindiği bilgilerle hiç de maksimum faydayı düşünmeden kıyas yaparak kararlar veriyordu. Tüketimlerde insan psikolojisinin etkisi anlaşılmaya başlandı, bunlar üzerine pazarlama taktikleri geliştirildi ve hatta sonra bu taktiklerin etkisini ölçümleyen içgörü çalışmaları yapılmaya başlandı. Dünya başka bir yere evrilirken, insan nasıl bambaşka dünyalara kapı açıyordu?
İnsan psikolojisinin etkisinin önemi anlaşılsa da bu durum, kişisel psikolojiyi iyi yönetmenin ve rasyonel kararlar almanın daha kolay olduğu anlamına gelmiyor. Örneğin üniversite yıllarına başlamak insanın hayatında dönüm noktalarından biri ve bu kararı almak hiç de kolay değildi. Uluslararası İlişkiler seçmek Damla’nın hayatında zamanında cumhurbaşkanı olma hayallerini taşırken Esra’nın hayatında vali olma hayallerini taşıdığı zamanlara denk düşüyordu. İkisi de denizin derin ve dingin havasında huzur bularak İstanbul’a yönelmişti. Bugün baktıklarında Damla sonuna kadar o bölümün gerektirdiği şeyleri yapma arzusuyla dolarken, Esra aradığını uluslararası ilişkiler alanının çeperlerinde gezinerek bulmuştu. Bugüne gelindiğinde merak edilen, yapılmak istenen çok fazla yapılacak şey olduğu görülüyordu. Damla için üniversite hayatı yeni başlıyordu ve farklı alanlardan aldığı dersler uzmanlaşmak istediği farklı alanlar vardı. Esra ise uluslararası ilişkilerin cinsiyet, kültür, çevre alanlarında bir şeyler öğrenmiş ve yandan denediği şeylerle, sürdürülebilirlikle daha fazla ilgilenmek istediğine karar vermişti. Bunları denerken korkmuş üniversitesinin son senesinde hem her şey olabileceği hem de hiçbir şey olamayacağıyla yüzleşmiş ve kendinin “en iyisini” bulmak zorunda olduğunu hissetmişti. Bugün ise en iyisini bulmanın zamanı olmadığını ve deneyerek yolda bulunan bir şey olduğunu ve kişi değişirken onun için en iyisi denilen şeylerin de değiştiğini fark eden biriydi. Denemek önemliydi, çünkü kişi denemeden onun için en güzel olan şeyleri nasıl bulabilirdi?
Denemek kolay bir süreç değildi. Denerken bazen cesaretsizce özgürlüğü yaşamak gerekiyordu yani emin olmadan, doğru cevabı bilmeden seçimler yapmak denemenin en güç yanıydı. Seçimler yapıyordu insan. Bazen kader gibi gelen durumlar, kişilik ve rollerle; yapılan seçimlerle doğrudan bağlıydı. Seçimlerin sorumluluğu olduğunu, her şeyin kader olmadığını da kabul etmek gerekiyordu. Üniversiteyi, bölümü seçerken yapılabilecek mesleklerden, bölüm ve üniversitenin imkânlarından, bölüm yoğunluğundan olunması gerektiği kadar haberdar olmadığını düşünüyordu Damla. Ama belki de bu kadar fazla dış etmen olmadığı o dönemde kendi iç sesini daha iyi duyabiliyordu. O zaman ilgilendiği alanlara yönelik bir seçim yaptı. Bilmemekten kaynaklanmıyordu aslında bu yola giriş. Zaten kim bilebilirdi? Yaptıkları seçimler, farklı zaman dilimlerinde ikisini de çok mutlu etti. Şu an alternatif evrenlerdeki kendilerini düşününce yaptıkları seçimleri kabul etmek zor gelebiliyordu. En iyi, en etkili, en mutlu, en başarılı, en zengin olduğu alanların ihtimalleri içinde çok fazla yöne savrulabiliyordu insan. Kabul etmek gerekir ki bu savrulmalar sadece dönüm noktalarında değil, küçük kararlarda da yaşanıp teknenin yelkenini incitebilirdi. Alternatif evrenlerin çokluğu ve göreceliliği onları sonsuz yapıyor. Bu sonsuza bir tanım getirmeden varlığı hesaplamak ise mümkün olmuyordu. O yüzden varlık üzerinden hayatlar ve seçimler = 1 ve alternatif evrenlerin varlığı = 0 dersek 1/0 tanımsız kalıyordu. Bir şeyin sonsuzluğunu ancak olmayışının ardından ifade ediliyordu belki de. 1 hep vardır mesela ama 0 tahmin edilir. Varlığı mevcut olmayanlar da sonsuzluğa uğurlanır bu yüzden. 0 sonsuz bir sayıdır, sonsuz da 0’a eşittir. O yüzden varlık 1 kabul edilmeli ve olunan hale odaklanmalı hayat içinde.
Bazen bir şeyler yapmayı bazen hiçbir şey yapmamayı seçeriz; bazen kendimiz için çabalar bazen başkaları için yol alırız; bazense bunların hepsi bir akış içinde iç içe gerçekleşir. Karar vermek bir içgüdü de olabilir, planlanarak gerçekleşen bir süreç de. Hayatta sürekli kararlar verirken aldığımız kararların etkilerini görmek ve karar vererek bir şeyleri değiştirebildiğimizi fark etmek çok özgürleştirici olsa da bir de bu kararların etkisini düşünerek üstümüze çok sorumluluk aldığımızı hissedebiliriz. Bu yollardan geçerken merak etmek, bilinmezliğe karşı heyecan ve kaygı duymak olağandır. Bir sonraki adımı netleştirmek için adımlar atmak isteriz. Bu adımları atarken ne kadar çok seçenek vardır hayatta. Hatta bazen farklı dünyalardaki Damlaların, Esraların neler yaptığını düşünmek de dâhildir sürece. Bugüne geri döner o anın Esra ve Damla’sı olmak isteriz, yani anda kalabilmeyi.
Çevrede gördüğümüz hayatlar bize ilham verir. Kimi hayatlar sadece kendi ekseninde dönüp ailesine odaklanan hayatlarken kimi hayatlar farklı hikayelerde anlam arar ama duygular ortaktır. Üzüntüler, mutluluklar, kaygılar aynı ama neye karşı olduğu değişkendir. Pireye korkuyla bakan da deveye korkuyla bakan da vardır. Böyle olunca insan, pireli olan hayatı da develi olan hayatı da merak ediyor ve acaba hiç bilmediği bir hayvanın varlığı var mı acaba diye düşünüp denemeye devam edebiliyor. Bunlar işin metaforu tabii, insan kendi kuzey yıldızını ararken farklı yollardan geçiyor ve hayat akışları şekilleniyor. Damla ve Esra en sonunda Nil Karaibrahimgil’in Kuzey Yıldızı [3]şarkısını anımsıyor ve yazının sonuna bırakıyor.
[1] Erich Fromm – Vikipedi (wikipedia.org)
[2] Tutsak ikilemi – Vikipedi (wikipedia.org)
[3] https://www.youtube.com/watch?v=kWzj_2LCbt8&ysclid=m320mn4ws3502288032