Onların dünyasında kuşlar cıvıldarken bizimkinde sadece karanlığın sesi hakimdi. Haykırışlarımız da vardı ama onlar cevapsız kaldıkları için sadece kuru gürültü olarak yankılanıyor, karanlığın sessiz çığlığına karışıyordu.
Işığın yokluğunda, geçmişte kabus olarak gördüğümüz günümüz gerçekleri, dünyamıza egemen oluyor ve kendi karanlık gerçekliğini inşa ediyordu.
İşte iki dünya arasındaki bu tezatlık, varoluşumuzun anlamını sorgulatan bir ayna gibiydi. Karanlık sadece fiziksel bir olgu olarak hissedilmiyor; aynı zamanda içimizdeki umudu söndürüyor, hayallerimizi yıkıyordu. Çaldığı duygularımızı bir koleksiyoner gibi biriktirip sergileyerek bizi içten içe boşluğa itiyordu.
Karanlık, aldığı güçle büyürken biz de giderek küçülüyorduk. Bu karanlık dünyada tek bir ışık arıyorduk; bir çıkış yolu, umudun yeniden yeşereceği bir zemin. Çabalıyorduk ama karanlığın beklenmedik varlıkları, çabalarımızı boşa çıkarıyor, çaresizliğimizi gözler önüne seriyordu.
Yine de karanlığın içindeki gizemleri ortaya çıkarmaya çalışıyor, o güneş ışığını, hayatımızı değiştirecek o çizgiyi bulmak için mücadele ediyorduk. Uğraşlarımız bir gün besin verecekti, bunu biliyorduk ama ondan önce katetmemiz gereken birçok safha vardı. Bunların birinde bizim arayışımıza çare olacak, güneş ışığına ulaşmamızı sağlayacak bir ayrım bulunuyordu. Eğer bu ayrımı geçersek sadece fiziksel bir aydınlanma yaşamaz aynı zamanda ruhumuzu da özgürleştirebilirdik. Arayışın cevabını bulabilirdik.
Ancak o ayrım çizgisinde de bir karar vermemiz gerekiyordu: Onların dünyasındaki insanlar gibi geçmişi tamamen unutup geleceğimizi an’a bağlı kalarak mı inşa edecektik yoksa pişmanlıklarımızla, yolculukta yaşadıklarımızla, bizden götürüleriyle mi ayrım çizgisini geçip kalabalığın arasına karışacaktık?
Bu cevap vermesi zor bir soru olsa da aslında içimizdeki şeytanı dinlemeyi bırakıp zamana karışarak basitçe yanıt verebileceğimiz bir soru. Geçmişi bir bataklığa benzeterek başlayabiliriz. Ne kadar çabalarsak çabalayalım daha da derine battığımız bir bataklığa. Gelecek ise bilinmeyen bir denize benzer. Bazılarını tutarak içine çekerken bazılarının da eline dümeni vererek rotayı belirlemesini sağlar. Cevabın gizli olduğu yer ise bu iki benzetmenin içinde.
Ya artık bizim dünyamızda ıhlamur kokusu etrafımızı saracak ya da onlarınki gibi hurdaya dönmüş bir arabanın içerisinde başladığımız yere doğru bir geçidi takip edeceğiz. Etrafımızda karşılaştığımız tek yüz kendi yüzümüz olana kadar ve tek gayemiz karanlığı yenmek haline gelene kadar…