Katlar ve Katmanlar
Mayıs 4, 2024
Zift Bulaşmış Çemberime
Mayıs 4, 2024

Limonata

Konuk Yazar : Yiğit Safa Gün


Son zamanlarda pek vaktim olmuyor oturup düşünmeye, kafamı yoklamaya. İçeride olup bitenleri anlamak için pek vakit ayıramıyorum çünkü -bilirsiniz- zor bir süreç bu. Önce bir vakit -uçsuz bucaksız, ne kadar süreceğini kestiremediğimiz bir vakit- yaratmanız gerekiyor bunu yapabilmek için. Sanıyorum ki düşüncelerimizin, aklımızdan geçeceklerin bir fragmanını göremememizden, tahayyül edemememizden kaynaklanıyor bu vakit belirsizliği problemi. Olur da eğer bunca işin arasında bu kadar hızlı akan bir hayatın arasında, gözünüze bir vakti kestirebilirseniz bu iş için, sıra niyetinizi ciddiyete bindirmeye geliyor. Zihninizi filtresiz bir şekilde kendinize açacağınıza ikna olmanız gerekiyor. Sosyal medyanın, okuldakilerin, iştekilerin, çevrenizdekilerin, ailenizin, izlediğiniz YouTube videolarından sokakta gördüğünüz reklam panolarının size dayattığı fikirleri süzgeçten geçirip kendi öz, hakiki fikirlerinizle baş başa kalma cesaretini göstermeye ikna etmeniz gerekiyor kendinizi. Tahmin edersiniz ki bir hayli zor oluyor bunu yapmak.

Diyelim ki yaptınız, bunu da yaptınız ve bir şekilde o vakti uydurup süzgeçten süzmeye başladınız her şeyi ve sizin olan o gerçek düşünceyi bulabildiniz. İşte geçen gün tam da size bu anlattıklarımı yaşamış bir noktada buldum kendimi. Bahsettiğim aşamalar aylardır hayatın akışında savrulurken bir anda son günlerde kendiliğinden gerçekleşti. Hiçbir uyarıcı olmadan -en azından benim bildiğim, isteyerek kullanmadığım bir uyarıcı olmadan- gerçekleşti. İşte tam o anda 9 sularında okula geç kalmak üzereyken yurttaki yatağımın üzerine oturmuş bir yandan karşı yatakta hâlâ daha uyuyan oda arkadaşım Alperen’in yorganına bakarken bir yandan da diğer oda arkadaşım Furkan’ın dolap kapağıyla uğraşma seslerini duyduğum sırada düşünüyordum. Bir anda kafama dank eden ve son 4-5 dakikadır beni ağlamaklı yapan o soruyu -sadece ama sadece kendi zihin dünyamın derinlerinden gelen o soruyu- düşünüyordum:

‘’Ben eskiden sabahları mutlu uyanır mıydım?’’

Oda arkadaşlarıma son zamanlarda çok sık söylediğim ‘’Sabah bana bulaşmayın ben ters uyanırım’’ sözünden kaynaklanıyordu belki de bu sorunun çıkış noktası -en azından ben oraya bağlayabiliyorum sadece-. Fark ettiğim kadarıyla da bir zamanlar yaklaşık 1.5-2 yıl kadar önce sabahları gerçekten mutlu uyanıyordum. Bu cevabı da ancak 2-3 haftalık mütemadiyen bu soruyu düşündüğüm bir sürecin sonunda bulabilmiştim.

O dönem ise sevdiğim, bana huzur bulduran, ben kendimi bununla ifade ediyorum dediğim uğraşlarımla ilgilendiğim; ilgilenebildiğim bir dönemdi. Hayatın beni savurduğu yerlerden çok, kendi olmak istediğim yerlerde bulunuyor, kendi istediğim manevraları yapıyordum. İçinde olduğumu fark ettiğim bu durum beni huzursuz etmeye başladı çünkü benden vaktimi çalıyordu. Yaşadığım günleri ileride yaşama ihtimalim olan güzel günlere ipotek ettiriyordum, ki bu ne kadar sağlıklı bir durum pek emin olamıyorum. O yüzden -her ne kadar belirli zorunluluklar olsa- geçen günlerimi daha keyifli, benim için daha hisli günler yapmam gerektiğine inanıyorum çünkü sabahları mutlu uyanabilmek için temel gereksinimlerden birinin bu olduğu çok bariz.

Peki, size sorsam: Siz ‘’Mutlu uyanıyor musunuz ya da en azından eskiden mutlu uyanır mıydınız sabahları?’’

Yazar Notu: Yazının kapağı ve başlığı hakkında açıklama yapmam gerektiğine inanıyorum çünkü kabul ediyorum ki benim iç dünyamda yüklediğim ve yazı içerisinde hiç bağdaştırmadığım bir anlamdan dolayı tercih ettim ikisini de. Kapak için tercih ettiğim fotoğraf 2016 yılında Ali Atay tarafından çekilmiş bir Türk filmi olan Limonata’dan bir sahne. Bu sahnede ise ana karakterlerimizden biri diğeri tarafından kaçırıldığı Bulgaristan yolunda mutsuz bir sabaha uyanıyor. Tahmin edebileceğiniz üzere bu da yazımızın konusuyla oldukça bağlantılı.



Paylaşmak Güzeldir: