Puslu Kıtalar Atlası’nın Düşündürdükleri
Ekim 3, 2023
Sudan Çıkmış Balıklar yahut Elveda
Ekim 3, 2023

Dört Nehir

Konuk Yazar: Oytun Efe Kuru


Uzaklara…

“Dünyanın sonundan çok şey beklemeyin.” -Stanıslav J.Lec

-I-  

Kıyamet Blues

Kıyamet pembe bir lahitteydi,

süzülerek geçer giderdim buğulu çevresinden, çehremin aksi beni bırakıp giderdi, uzaklaşırdım gizlice, uzaklaştıkça puslu ışıklar dolardı gaipten civarına

yoğunlaşırlardı, ta ki diriltsinler onu ölülerden önce, tanımsız terennümlerle uyansın diyedir bir çırpıda.

Mor kanatları kızıl topraktan şahlanıverdi ballı ağıtların sonunda

silkindi, alametlerini de çağırdı üşüşsünler için etrafına

ilkin dabbenin gölgesi dalgalandı uzaktan, yükselmişti devasa bir sancak gibi

ardından sûranın ezgileri çımgıştı, gölge çukurları açıldı elipsten menzilinde, zaman sarmalları gömüldü şimşek gibi odak noktasına, 

Evrendeki tüm küreler birleşti ve sarktı arşı endamın kutbundan yay gibi fırladığı kayadan lahite, kıyametse kavradı pullu mavi elleriyle kanatlı göksel küreyi 

ve yansıttı evrenin tüm geçmişini  tılsımlı bir kehanet gibi 

hiç kimseye, hiçbir şeye ve fakat bir göz kırpma anında. 

Tüm mezarlar oyuldu halka halka, 

baştan yaratıldı kemikten ölüler, şafak füme güneşten her yere saçıldı, tüm dehlizleri aydınlattı, patikalar kaynayarak parladı, kimileri dirilip dokundu bakir gün doğumunun titrek halesine ve karıştılar kırmızı ışığının imkansız olay ufkuna, kimilerini de yakaladı kıyamet ve fırlattı attı zamanın gölge çukuruna, bense sustum ve izledim bu bitimsiz senfoniyi, bu grotesk ikindi maskesini, her bir sahnesini… 

pembe pelerinim omuzumda, yok olan suratların ve uçuşan kıvılcımların tam ortasında, bu yeşil yaratılış tangosunun zirve anında, sayısız orduların ayak sesleri kulağımda, kıyametin attığı adımları saydım sonun sonsuzluğunda…

-II- 

Kıvılcımlar girdabı

Kenz-i mutalsam,

seni şafak dolu bir göz yaşından

bercesteden, gökkuşağından

toprağın soğuğundan

cennetin şamdanlarından bildim.

sen tutuşan resiflerin sütümsü ateşiydin.

ahit sandığı muhafızlarının 

kartalın yılanın 

soyut uçkuların mor menziliydin.

sana seken her rüzgar kendi ufkunda 

sana esen her ışık 

kendi kaynağında emilir

siyah ipek tohumu,

beyaz hallaç

sedef mansur

genc-i mür

insü salah

yerin ferah ya sariya!

zaman bir çocuk şahidin olsun

kırılsın

turkuaz platin atmosferinde.

-III-

Putların Mihrabı

Sonsuzluğun fırtınalı girdaplarında bir gün gök kürelerde yaşayan baş meleklerin nurdan gölgeleri koptuğunda kendiliklerinden, Yahve’yi ziyarete gittiler. Ve ipe dizilmiş gibi çıktılar mutlak sonsuzluğun karşısına. İçlerini tarif edilemez bir titreme aldı, Tanrı’nın tahtının yemyeşil mihrabında. Bir türkü tutturdular, hep bir ağızdan terennüm etmeye başladılar Yahve’ye: “Karanlıksın sen, ey galaksilerin kızıl cenini, sonsuz hayat çok karanlık, sen mi gölgesin yoksa biz mi? Erguvani esvabın tenimizi yakıyor ve sonsuz ışığın gözlerimizi kör ediyor.” diye söylendiler.

Yahve, onlara “Siz gerçeği göremiyorsunuz.” bile demedi, “Ben, benim.” dedi ve gitti, mihrabını arşa döndürdü ve ırak oldu kör gözlere. Bu eflatun gidişten sonra nurdan gölgeler bir bir putlara dönüşmeye başladılar ve hiçbir şey titreşmedi kalakaldıkları yerde. İçlerinde göz olmayan, hiçbir şeyi göremeyen ve duyamayan putlara evrildiler, öyle ki bu putların gölgelerinin düşebileceği hiçbir ışık yansımıyordu gök katlarının pencerelerinden. Bu dingin karanlıkta gölgelerin çehreleri domino taşlarının art arda devrilişi gibi mahşerin zeminine düşüp parçalanıverdi amansız sessizlikte.

Sonuçta, Yahve onlara kim olduğunu asla ama asla söylemedi.

Hayır, Yahve onlara kim olduğunu “Ben, benim.” diyerek kesinlikle söylemişti…

Hakikat de, böylece,

Saf bir çelişkiye kundaklanmış bir yenidoğan yahut

Zıtlıklarla kefenlenmiş bir ceset misali o bitimsiz mührüyle bozulmadan kaldı.

-IV-

Dabbenin Kanatları

büyüktü, 

büyürdü 

süleyman bastonunda asrı saadeti, 

topraktan uzakta

gıya vaktine mühürlenmişti

vaiz gül koydu, 

ravi vaaz verdi

tapınağın ortasına kilitlendi

yürürdü, kanatları 

beyaz mermer

Kur’an gibi yeşildi

kıyameti alametti, 

bir zaman 

anadan üryan

sura üfürüğünde 

dans etti

alay etti, 

sanki yerden biten 

bir bizmişçesine

hicvetti,

hicret değildi maksadı

 son saatte uçup gitti

nereye?

Süleyman bilir,

dabbesiz Süleyman

dabbesi mesihsiz 

Mesih benzersiz

duyduk ki

yalnız şafak varmış kanatlarında, 

vakit doldu mir oldu yitti.

Echad B’Echad – YouTube 



Paylaşmak Güzeldir: