Konuk Yazar: Oytun Efe Kuru
Uzaklara…
“Dünyanın sonundan çok şey beklemeyin.” -Stanıslav J.Lec
-I-
Kıyamet Blues
Kıyamet pembe bir lahitteydi,
süzülerek geçer giderdim buğulu çevresinden, çehremin aksi beni bırakıp giderdi, uzaklaşırdım gizlice, uzaklaştıkça puslu ışıklar dolardı gaipten civarına
yoğunlaşırlardı, ta ki diriltsinler onu ölülerden önce, tanımsız terennümlerle uyansın diyedir bir çırpıda.
Mor kanatları kızıl topraktan şahlanıverdi ballı ağıtların sonunda
silkindi, alametlerini de çağırdı üşüşsünler için etrafına
ilkin dabbenin gölgesi dalgalandı uzaktan, yükselmişti devasa bir sancak gibi
ardından sûranın ezgileri çımgıştı, gölge çukurları açıldı elipsten menzilinde, zaman sarmalları gömüldü şimşek gibi odak noktasına,
Evrendeki tüm küreler birleşti ve sarktı arşı endamın kutbundan yay gibi fırladığı kayadan lahite, kıyametse kavradı pullu mavi elleriyle kanatlı göksel küreyi
ve yansıttı evrenin tüm geçmişini tılsımlı bir kehanet gibi
hiç kimseye, hiçbir şeye ve fakat bir göz kırpma anında.
Tüm mezarlar oyuldu halka halka,
baştan yaratıldı kemikten ölüler, şafak füme güneşten her yere saçıldı, tüm dehlizleri aydınlattı, patikalar kaynayarak parladı, kimileri dirilip dokundu bakir gün doğumunun titrek halesine ve karıştılar kırmızı ışığının imkansız olay ufkuna, kimilerini de yakaladı kıyamet ve fırlattı attı zamanın gölge çukuruna, bense sustum ve izledim bu bitimsiz senfoniyi, bu grotesk ikindi maskesini, her bir sahnesini…
pembe pelerinim omuzumda, yok olan suratların ve uçuşan kıvılcımların tam ortasında, bu yeşil yaratılış tangosunun zirve anında, sayısız orduların ayak sesleri kulağımda, kıyametin attığı adımları saydım sonun sonsuzluğunda…
-II-
Kıvılcımlar girdabı
Kenz-i mutalsam,
seni şafak dolu bir göz yaşından
bercesteden, gökkuşağından
toprağın soğuğundan
cennetin şamdanlarından bildim.
sen tutuşan resiflerin sütümsü ateşiydin.
ahit sandığı muhafızlarının
kartalın yılanın
soyut uçkuların mor menziliydin.
sana seken her rüzgar kendi ufkunda
sana esen her ışık
kendi kaynağında emilir
siyah ipek tohumu,
beyaz hallaç
sedef mansur
genc-i mür
insü salah
yerin ferah ya sariya!
zaman bir çocuk şahidin olsun
kırılsın
turkuaz platin atmosferinde.
-III-
Putların Mihrabı
Sonsuzluğun fırtınalı girdaplarında bir gün gök kürelerde yaşayan baş meleklerin nurdan gölgeleri koptuğunda kendiliklerinden, Yahve’yi ziyarete gittiler. Ve ipe dizilmiş gibi çıktılar mutlak sonsuzluğun karşısına. İçlerini tarif edilemez bir titreme aldı, Tanrı’nın tahtının yemyeşil mihrabında. Bir türkü tutturdular, hep bir ağızdan terennüm etmeye başladılar Yahve’ye: “Karanlıksın sen, ey galaksilerin kızıl cenini, sonsuz hayat çok karanlık, sen mi gölgesin yoksa biz mi? Erguvani esvabın tenimizi yakıyor ve sonsuz ışığın gözlerimizi kör ediyor.” diye söylendiler.
Yahve, onlara “Siz gerçeği göremiyorsunuz.” bile demedi, “Ben, benim.” dedi ve gitti, mihrabını arşa döndürdü ve ırak oldu kör gözlere. Bu eflatun gidişten sonra nurdan gölgeler bir bir putlara dönüşmeye başladılar ve hiçbir şey titreşmedi kalakaldıkları yerde. İçlerinde göz olmayan, hiçbir şeyi göremeyen ve duyamayan putlara evrildiler, öyle ki bu putların gölgelerinin düşebileceği hiçbir ışık yansımıyordu gök katlarının pencerelerinden. Bu dingin karanlıkta gölgelerin çehreleri domino taşlarının art arda devrilişi gibi mahşerin zeminine düşüp parçalanıverdi amansız sessizlikte.
Sonuçta, Yahve onlara kim olduğunu asla ama asla söylemedi.
Hayır, Yahve onlara kim olduğunu “Ben, benim.” diyerek kesinlikle söylemişti…
Hakikat de, böylece,
Saf bir çelişkiye kundaklanmış bir yenidoğan yahut
Zıtlıklarla kefenlenmiş bir ceset misali o bitimsiz mührüyle bozulmadan kaldı.
-IV-
Dabbenin Kanatları
büyüktü,
büyürdü
süleyman bastonunda asrı saadeti,
topraktan uzakta
gıya vaktine mühürlenmişti
vaiz gül koydu,
ravi vaaz verdi
tapınağın ortasına kilitlendi
yürürdü, kanatları
beyaz mermer
Kur’an gibi yeşildi
kıyameti alametti,
bir zaman
anadan üryan
sura üfürüğünde
dans etti
alay etti,
sanki yerden biten
bir bizmişçesine
hicvetti,
hicret değildi maksadı
son saatte uçup gitti
nereye?
Süleyman bilir,
dabbesiz Süleyman
dabbesi mesihsiz
Mesih benzersiz
duyduk ki
yalnız şafak varmış kanatlarında,
vakit doldu mir oldu yitti.